10 Ağustos 2011 Çarşamba

Sultanahmet Gezimiz...

"Ben: Off yav benim ne işim var Sultanahmet'te...
Annem: Gidin gidin hem kuzenini de gezdirmiş olursunuz...
Ben: pehhh:( "

Böyle başladı dün akşamki Sultanahmet yolculuğumuz. Burdaki kuzenim Makruhi Seyir (kısaca ben ona Makuş derim) ile birlikte Fransa'dan gelen kuzenimi (Jilber) gezdirmek çin Sultanahmet'e gitmeye karar vermiştik yakşalık bir hafta önce.
Öncelikle şunu belirteyim; burda yaşayan kuzenim Makruhi, Fransa'dan gelen ise Jilber, isimleriyle hitap edicem ki devamlı burdaki, Fransa'daki olmasın.

Önce bir Kapalıçarşı'yı dolaşıp ordan da Sultanahmet'e geçer birşeyler yeriz diye planlamıştık. Fakat havanın sıcaklığının üzerine bir de benim üşengenliğim eklenince normalde 18:45 gibi çarşıda olmamız gerekirken, biraz da trafiğin azizliği ile ancak 19:15 gibi yarım saatlik bir rötarla Kapalıçarşı'ya varmıştık. Haliyleo saate Kapalıçarşı'nın kapıları kapanmıştı. Makuş ile Kapalıçarşı'nın Çarşıkapı girişinde buluştuk ve Sultanahmet'e doğru yürümeye başladık. Ara sokaklardan yürüyorduk ve çarşı bomboştı haliyle. Ben sanki çarşının o boş halini daha çok sevmiştim ve bana daha bir güzel gelmişti. Her zaman böyle boş ve tarihi sokakları sevmişimdir zaten. Aynı hisse daha önce Ayçe ile Venedik'te dolaşırken kapılmıştım. Turistik bir şehirde dolaşıyorken, belki de o şehri en iyi tanıyacağınız yerlerdir ara sokaklar. Sessiz, sakin, satıcıların olmadığı gerçek yaşamlar. Hatta dolaşırken turist mode on yapıp etrafta fotoğraflar çekmeye bile başlamıştım.

Neyse biz yine gezimize dönelim. İftara yaklaşık bir saat gibi bir zaman olduğu için önce gidip Starbucks'da bir kahve içelim dedik. Tam da kapanış saatine denk gelmiştik ama saolsun kasadaki çocuk bizi kırmayıp üç tane karamelli frappuccino'larımızı hazırladı. O saate bile Starbucks'ın dışardaki masaları doluydu ama şansımıza bir masa boşalmıştı ve hemen oturduk. Kahve ve sigara eşliğinde yapılan güzel bir sohbetin ardından iftar saatinin de yaklaşmasıyla yavaş yavaş kalktık ve Sultanahmet'e doğru çevirdik rotamızı.

Çarşı çıkışı ile Bab-ı Âli yokuşunun kesiştiği yerden Sultanahmet'e doğru ilerlerken artık geride bırakmıştık o boş sokakları. Kalabalık yavaş yavaş artmaya başlıyordu. Ben elimde karamelli frappuccino ile dolaşırken arada Makuş'a İngilizce laf atıyordum o da bana karşılık İngilizc konuşuyordu. Eee o kadar turist arasında biz de havaya girmiştik.:)

Ve nihayet Sultanahmet'e gelmiştik. Geride bıraktığımız o boş sokaklara inat Sultanahmet adeta bir panayır yeri gibiydi. Bana inat "Ben burdayım gördüğün gibi ve hala yaşıyorum" diyordu sanki bana nazire yaparcasına. Kalabalıklarla aram hiçbir zaman iyi olmamıştır ama orda mistik, gizli birşey vardı adeta insanı çeken. Kulağıma "Gel sen de seveceksin inan" diye fısıldıyodu adeta Sultanahmet Camii'nin görkemi, Ayasofya'nın mistisizmi ve Dikilitaşın gizemiyle. Onu dinlememek nerdeyse imkansız gibi birşey haline gelmişti ve ben de kendimı ona bıraktım.

Nerdeyse meydana varmıştık. Hemen sağ tarafımızda bir Karagöz - Hacivat oyunu vardı. Karagöz ve Hacivat cana gelmiş bir tiyatro sahnesinin önünde çocuklarla konuşuyordu. Açıkcası hiç bakmadım bile çünkü çocuklarla boş boş muhabbetler yapılıyordu. Merdivenlerden yavaş yavaş inmiş ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Sultanahmet Meydanı’nda kurulan “Asırlık Tatlar ve Sanatlar Sokağı"nın önüne gelmiştik. Hadi biz de kalabalığa karışalım diyip sokağın içerisine daldık. Sokakta adeta yok yoktu. Şebetçiler, bozacılar, lokmacılar vs.vs. Tabi ki sokakta sadece yemek üzerine standlar yoktu. İsterseniz halı dokumacılığı, ebru, çini vs.vs gibi geçmişi çok eskilere dayanan meslekelerin de sergilendiği standlar bulabilirsiniz.
Sokağı baştan aşşağıya gezidkten sonra sokağın hemen solundan meydana doğru döndük. Belediyenin koyduğu masalara oturabilmek istiyorsanız eğer biraz erken gelmenizi tavsiye ederim. İftar saati yaklaştığı için neredeyse tümü doluydu masaların. Bazısı eviden getirmiş, bazısı ise sokakta bulunan standlardan aldığı yemeklerle sofrasını kurmuş iftar saatini bekliyordu.

Ve artık biz de acıkmıştık ve bu kadar dolaşmak yeter diyip, yemek yiyeceğimiz bir yer aramaya başlamıştık. Sonradan farkına vardık ki bu o kadar kolay olmayacaktı:)

Sultanahmet Köftecisinin önündeki sıra adeta almış başını gidiyordu. Tramvay caddesinin üzerindeki bütün restaurantlar, büfeler dolmuş taşmıştı adeta. Benim bir ara bir sokağa dalmam ile neredeyse o Ramazan eğlencelerinden bağımsız, kendi başına ayrı bir tarzı olan bir yere gelmiştik. (Yukarda dediğim gibi seviyorum arka sokakları ve sanırım onlar da beni seviyor:)) Bu sokaktaki restaurantlar diğerlerine nazaran daha boştu ve daha çok turistlere yönelikti.Zaten o saatte orda yemek yiyenlerin çoğu da turistti. Sokakta yürümeye başladık. Tek tek restaurantlara bakıyorduk. Restaurantın önünde durup müşteri çekmeye çalışan garsonun biri "Hello my friend how are you?" diyince bana "Eyvallah iyiyim, sen nasılsın" dedim. Ben ve kuzenlerim gülüşmeye başlamışken adam adeta sanki ordan buharlaşırcasına uzaklaştı:) Restaurantların hepsi de birbirinden daha güzeldi. Utanarak söylüyorum ki düne kadar bu sokağın varlığından bile habersizdim. Biz sokağı dolaşırken ezan okundu ve herkes orucunu açıyordu. Eeee dedim bir yer beğenin de oturalım.

Adonin restaurantın dışarda bulunan masalarından birine oturmuştuk. Mekan gayet şık ve güzeldi. Çalan yemek müziği de gayet hoşuma gitmişti ki çoğu yerin yemek müziği adına saçma sapan şeyler çaldığına şahit olmuş biri olarak. Öncelikle şunu söyleyebilirim Adonin Restaurant hem arkadaşlarınızla hem de sevgilinizle baş başa yılın tüm zamanı gidebileceğiniz bir restaurant. Restaurantın menüsüne gelecek olursak her türlü damak tadına hitap ettiğini söyleyebilirim. Salatalardan et ve tavuk yemeklerine, kebabtan makarnaya ve balığa kadar uzanan geniş bir yemek seçeneği var. Ayrıca içki içmek isteynelere de hitap eden bir yer. Mekanın servisi de gayet iyiydi açıkcası. Tek sorun masadaki boşları toplayan veya şefin yanında servis yapan garson çocuğun devamlı bize"sorry" demesiydi:) Ben de o ne zaman "sorry" dese nezaketen kendisine hafiften gülümsüyordum. Açıkcası menü geldiğinde ne yiyeceğimize kolay kolay karar veremedik. Ondan mı yesem bundan mı yesem, sen ne yiyeceksin şeklinde muhabbetlerin ardından siparişlerimizi vermiştik nihayet.

Neyse siparişimizi verdikten sonra başladık koyu bir sohbete. Sohbet sırasında Makuş "Ben burayı biliyordum" demesiyle benim cellalenmem bir oldu ve "Daha önce biliyorduysan neden getirmedin beni" diye serzenişte bulundum. Sohbet esnasında sağıma soluma baktığımda mekanda bulunan tek Türk müşterilerin biz olduğumuz fark ettim. Hemen sol tarafımızda, iki masa yanımızda İspanyol bir aile, sağ tarafımızda bir Alman çift vardı. Biz oturduktan sonra ise sol tarafımıza biri Çinli diye tahmin ettiğim diğeri Hintli iki abi oturdu. Bi ara Makuş'un "Eh be abicim yemekle kahve mi içilir" demesiyle kafamı sağ tarafımızda oturan Alman çifte çevirdim ve Alman Abi tam da kuzenimin dediği gibi yemekle Türk kahvesi içiyordu.İlginç....

Nihayet verdiğimiz siparişler gelmişti. Sabahtan beri çok birşey yememiş olmanın açlığıyla ben hemen yemeğime daldım. Ben Biberli Bonfile, Makuş Risotto, Jilber ise karışık ızgara söylemişti. İlk benle Makuşun yemekleri geldi. Kendi yemeklerimizi yerken bir yandan da birbirimizin yemeklerinin tadına bakıyorduk. Şunu söyleyebilirim bonfilesi gayet yumuşak, ağızda lokum gibi dağılıyor adeta. Bonfilenin sosu ve ikram şeklide güzeldi. (Vedat Milör mode on) Jilber'in de yemeği gelmişti ve hepimiz artık yemeklerimize konsantre olmuştuk. Güzel ve doyurucu bir yemeğin ardından hesabı ödeyip kendimizi Asırlık Tatlar ve Sanatlar Sokağı'na attık. Restaurantta tatlı ve Türk kahvesi olayına girmememizin nedeni, daha önceden planladığımız gibi bu tür şeyleri açıkcası sokakta yapmak istememizdi. Başka bir zaman gittiğimde tatlılarından da denemek istiyorum açıkcası.

Asırlık Tatlar ve Sanatlar Sokağı'na dalmıştık gene. Öncelikle yapacağımız şey her Türk'ün yaptığı gibi yemek sonrası kahve ve sigara olayıydı. Hiçbir standa bakmadan Kuru Kahveci Mehmet Efendinin standına yöneldik. Standın önüne geldiğimizde çevresine bakındık ama oturacak yer bulamadık. Biraz ilerledikten sonra bir bank bulup oraya çöktük ve ben gidip Makuşla benim kahvelerimi aldım. Kahvemizi o görkemli Dikilitaş'ın manzarası eşliğinde yudumluyorduk. Kahvemiz bittikten sonra tatlı olarak ne yesek diye düşünmeye başladık. Ben "önce lokma yiyelim ardından macun yeriz" dedim. Makuş da bunu kafasıyla onayladı. Çünkü macun yemenin zevki ve ızdırabından sonra başka birşey yenmezdi bence. Tam lokma almaya gidecekken Vefa Bozacısının standını gördük. Boza manyağı olan ben, hemen standa gidip üç boza istedim. Ayrıca Jilber'inde bozanın tadına bakmasını istiyordum. Jilber "Bu nedir?" diye sorunca "Sorma iç, Fransanda bulamassın bunun gibisini"dedim. Sokağın sonuna doğru boş bir alan bulup bozalarımızı orda içerken Makuş "Bence lokmayı paket yaptıralım evdekilerle beraber yeriz" dedi. Bozamızı bidirdikten sonra gidip lokmamızı aldık. Ben arada muziplik olsun diye kalabalık standların arasına girip orda ne var ne yapılıyor diye turistik bir edayla bakarken bizim çocuklar gülme krizlerine giriyordu. Lokamamızı da aldıktan sonra sıra geldi macuna.

Çocukluğumda sokaklarda satılan macunu son zamanlarda yemek için heralde böyle etkinliklere katılmak gerekiyor malesef. En son macunu ne zaman yediğimi hatırlamıyordum ama Çınarcık'ta yine Makuş ile yediğimi hatırlıyordum. Hatta elime ağzıma bulaştığı için yarısında çöpe atmıştım. Keyfile macunlarımızı yerken artık ayrılma vakti gelmişti. Yavaş yavaş sahile doğru yürürken bir yandan da macunla uğraşıyordum. Yaşım otuz ama hala çocuk gibiyiz.

En başta gelmek istemedğim yerden adeta ayrılmak istememiştim. Sanki orda en başta da dediğim gibi mistik, gizemli birşeyler vardı ve ben de onun bir parçası olmuş nerdeyse çocukluğuma geri dönmüştüm.
Kulağıma "Gel sen de seveceksin inan" diye fısıldayan ses haklı çıkmıştı. Ramazan bitmeden heralde önce annemle sonra da arkadaşlarımla tekrardan gitmeyi planlıyorum. Gelmek isteyen varsa buyursun gelsin; başımızın üstüne yeri var.


Püzant YÜCECAN
Gezimizden Bazı Kareler




4 yorum:

  1. can gelsin beraber gidelimmmm:) büşür:)

    YanıtlaSil
  2. walla gelsin cnm ben dün cidden çok eğlendim...

    YanıtlaSil
  3. Zaten hep öyle olur :) Kim gitmek istemezse en çok eğlenen, dönmek istemeyen kişi de hep o olur :) Güzel bir gezi yazısı olmuş. Ellerine sağlık, kuzenlere selamlar.

    YanıtlaSil
  4. Kalem ustası olan mit'in yazımı beğenmesi bnm için hem onur hem gururdur:))
    Eyw kardesim...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...