30 Eylül 2013 Pazartesi

Anadilde Eğitim Hakkı...


Yaş olmuş 32 anaokul dahil 12 sene Ermeni okullarında okudum da şu ülkeyi bir bölemedim:))) Şaka bir yana bugün açıklanan sözde demokratikleşme paketinden sonra ana dilde eğitim almanın neden bu kadar korkulduğunu hala anlamış değilim. İnsanların ana dilde eğitim alması sonucu bu kişilerin terörist veya bölücü olacağını sanan insanlarımız var maalesef. Twitterda da yazdım ama orada 140 karakterden dolayı olay bölük pörçük olduğundan burada dilim döndüğünce, klavyem el verdikçe anlatmaya çalışayım.

Yukarıda da dediğim gibi anaokul dahil 12 sene boyunca Ermeni okullarında eğitim gördüm. Anaokul, ilkokul ve ortaokulu Bakırköy'de bulunan Dadyan Ermeni İlköğretim okulunda tamamladıktan sonra lise eğitimimi de Sahakyan Nunyan Ermeni Lisei'nde tamamladım. Öncelikle ilköğretimde bu işler nasıl yürüyor onu anlatayım. İlkokulda (bizim zamanımızda) sadece iki öğretmen vardı. Biri Milli Eğitim Bakanlığının atadığı Türk öğretmenimiz, diğeri ise Ermeni öğretmenimizdi. Türk olan Türkçe, coğrafya ve tarih derslerine girerken, Ermeni olan öğretmenimiz ise Ermenice ve geri kalan derslere girerdi. Ortaokul ve lise dönemlerinde ise haliyle her dersimize ayrı ayrı öğretmenler gelmeye başladı. Öğretmenler değişmesine rağmen Türkçe (Edebiyat) ve milli dersler denilen coğrafya ve tarih derslerine gene milli eğitimin atadığı öğretmenler gelmekte idi. Burada ilkokula göre en büyük fark diğer derslerin nasıl işlendiği idi. Örnek vermek gerekirse ben mesela lise birinci sınıfta matematik dersini Ermenice işlerken, kimya dersini Türkçe işlerdik. Bu tamamen öğretmen Ermeni olsa dahi onun inisiyatifinde olan bir şey idi. Yani öğretmen Ermeni de olsa X dersi Türkçe işleme veya Ermenice işleme hakkına sahipti. 

Bilgilendirmemizi yaptıktan sonra gelelim konumuza. Bugün açıklanan paketten sonra twitterda şöyle bir şey gördüm;

Böyle bir mantık yok arkadaşlar. Ben yukarıda da anlattığım gibi bir eğitim sistemi içinden geliyorum ve sınava da hepiniz gibi girdim, üniversiteyi kazandım ve bitirdim. Yani ana dili Türkçe olmayan ve eğitim yapan bir okulda hiç Türkçe konuşulmuyor, hiç Türkçe ders işlenmiyor diye bir şey yok. Önce bunu bilelim. Ana dili ne olursa olsun Türkçe, coğrafya ve tarih dersleri Türkçe okutulur. Diğer dersler ise öğretmenin inisiyatifine kalmıştır. Ders kitabı Türkçe, verdiği eğitim ise ister kendi X ana dilinde olur isterse Türkçe. Bundan dolayı da X ana dilde eğitim aldı üniversite sınavı sırasında ne yapacak tezini de savunmayın artık çok saçma çünkü. Zamanında Lozan ile Ermenilere ve Rumlara bu hak verilmiştir. Bugün üniversiteye biz nasıl gidiyorsak Kürtler de o şekilde gidebilir ve ben şahsen bunda hiçbir sorun görmüyorum. Bir insan kendi ana dilinde eğitim almış ise bölücü olacak diye de bir şey çok saçmadır. Sen bu adama asıl kendi ana dilinde eğitim vermez isen o zaman bu adam terörizme kucak açar. Ha zaten açıklanan pakette özel okullar diyor. Yani paran varsa böyle bir imkânın var, paran yoksa maalesef aynı sisteme tabisin deniliyor. Ayrıca böyle bir hak tanındı diye siz sanıyor musunuz ki yarın öbür gün her yerde Özel Kürt okulları açılacağını? Benim açıkçası pek umudum yok.

Bir de şöyle bir şey var. Eğer diyorsanız ki adam ana dilinde eğitim aldı bu ülkeyi bölme gibi bir tehdit unsur oluşturuyor o zaman ben de sormak istiyorum bugün bir Fransız, bir Alman, bir İtalyan lisesine giden çocuk vatan haini mi sayılıyor? Ki bildiğim kadarı ile oralarda Türkçe, tarih ve coğrafya dersleri hariç diğer çoğu ders yabancı dil ile yapılıyor. (Lütfen bu okullarda okuyan kardeşilerimiz veya mezun olan dostlarımız yanlış anlamasın)

Bu saydığım nedenlerden dolayı çocukların kendi ana dillerinde eğitim almalarından dolayı bu insanlardan korkmayın. Yaşam hakkı deyip o çocuğa başka bir dilde eğitim aldırmaya dikta ediyorsan ya senin yaşam hakkı dediğin olay benimki ile farklı ya da dürüst değilsin...




Püzant YÜCECAN

20 Eylül 2013 Cuma

Benim İçin Fenerbahçe...


Arma için, forma için 1907'den bugüne kadar ter döken, o forma için savaşan herkese teşekkürler. Aramızdan ayrılanları Allah'tan rahmet diler, geride kalanlara ise uzun ömürler dileriz. Fenerbahçe taraftarı sizi hiçbir zaman unutmayacak.


Tabi ki buraya tüm futbolcularımızı eklemek imkansız. Ayrıca bu kulüpte görev yapan masöründen, yöneticisine kadar herkese de teşekkürler.



Püzant YÜCECAN

3 Eylül 2013 Salı

Fenerbahçe'nin Geleceği...


Maalesef Fenerbahçe taraftarı olarak uzun zamandır bir ümit ile beklediğimiz CAS dan olumsuz sonuç çıktı ve UEFA'nın verdiği iki sene boyunca Avrupa Kupalarından men cezası onandı. Sonuç olarak iki sene Avrupa kupalarında yokuz. Nereden bakarsanız bakın hem maddi hem manevi açıdan Fenerbahçemiz için her ne kadar kötü bir sonuç olsa da bunu olumlu bir duruma çevirmek gene bizim elimizde. İki sene Avrupa yokken yarışacağımız sadece Türkiye Ligi ve Türkiye Kupası kalıyor ki açıkçası Türkiye Kupasını pek önemsemediğimden dolayı bana göre tek kulvarda mücadele edeceğiz.

Peki, bunu nasıl olumlu hale getirebiliriz?

Öncelikle hepimizin de bildiği gibi Fenerbahçe Spor Kulübü önümüzdeki ay olağanüstü kongre'ye gidecek. Bu kongre sonucunda ise kulübün başına gelecek olan başkan ve yönetim kuruluna çok ama çok iş düşüyor. Keşke daha erken yapılsa ve bir an önce neyin ne olduğu açıklığa kavuşsaydı fakat büyük bir olasılıkla teknik detaylardan dolayı kongre ancak en erken Ekim ayında yapılabiliyor. 


Alt Yapı

Futbol takımımızın kadro kalitesine bakıldığında bana göre şu an Spor Toto Süper Lig'i gayet iyi bir şekilde kaldırabilecek durumdayız. Yani bu takım Spor Toto Süper Lig'de her türlü şampiyonluk yarışında yer alır, şampiyon olamazsa bile Avrupa Kuplarına katılma hakkı kazanır ki cezamızı çekebilelim. Bunun yanında bu iki sezon içerisinde gençlere daha çok şans verilmeli. Nedenine gelince. Şu anki kadroda 30 yaş ve üstü toplam 9 oyuncu bulunmaktadır ki bunları çoğu genelde ilk 11'de sahaya çıkan oyuncular. Dirk Kuyt (33), Bruno Alves (31), Joseph Yobo (32), Egemen Korkmaz (30), Selçuk Şahin (32), Cristian Baroni (30), Raul Meireles (30), Emre Belözoğlu (32), Pierre Webo (30). Şimdi bu oyuncularımızın yaşları üzerine iki sene daha koyar isek ortaya nasıl bir takım çıkacak siz düşünüm. Bundan dolayı da özellikle Salih ve Alper'e takımda daha çok şans verilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunun yanında Ersun Hoca'nın alt yapı ile biraz daha fazla ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta alt yapı oyuncularının bazı maçlarda rotasyona sokulması gerektiğine düşünüyorum. Çünkü Fenerbahçe alt yapısı ile ilgili twitterdan takip ettiğim ve bu konuda çok iyi olduklarına inandığım insanlara göre alt yapımızda cidden yetenekli gençlerimiz var. Tabi ki şu an fiziksel ve mental açıdan belki A takımda oynamaya hazır değiller. Bu hazırlığı da yavaş yavaş, şimdiden yüklemek lazım onlara. Yavaş yavaş yüklemek lazım ki iki sene sonra bu çocuklardan tam olarak A takımımızda faydalanabilelim. Olayı bir örnek ile açıklayalım. Takımımızın sağ beki Gökhan Gönül. Geçirdiği uzun sakatlık sonucu ki artık sakatlık yer etmiş durumda neredeyse, sezon öncesi Galatasaray ile oynanan Süper Kupa maçı, ligin ilk haftasındaki Konya maçlarında sahada değildi. Şampiyonlar Ligi 3. tur öne elemesinde Salzburg ile oynanan her iki maçta da kadroda yer almazken, Arsenal ile oynanan Şampiyonlar Ligi play-off ile maçında ikinci yarı sakat sakat oyuna girdi. Peki, bu maçalarda Gökhan Gönül'ün yerine kimler oynadı? Mehmet Topuz ve Bekir İrtegün ki ikisinin de o bölgenin futbolcuları olmadığını hepimiz biliyoruz. Kısacası şu an takımda Gökhan Gönül'ün alternatifi yok. Gökhan daha 28 yaşında ve şu önümüzdeki iki sene o bölgenin değişmez adamı olur. Peki, iki sene sonra o bölgeye şu an 17 yaşında olan ve iki sene sonra 19 yaşında olacak olan ve herkesin övdüğü Egemen Zengin'i yavaş yavaş hazırlasak ne kaybederiz? Ben demiyorum ki çıkar çocuğu ilk 11 oynat. Zaten böyle bir şey yapılırsa bu onun yararına değil zararına olur. Ama stresi daha az, kazanma durumumuzun daha güçlü olduğu maçlarda en azından son 10-15 dakika yer versek? Hiçbir şey olmazsa maç tecrübesi kazanmaz mı?

Not: Yaş mevzusunda Volkan Demirel'in kaleci olmasından dolayı değerlendirmeye almadım. 

Yabancı Kontenjanı ve Maddi Durum

Bildiğimiz gibi Spor Toto Süper Lig'de bu sezon başlayan 6+0+4 yabancı uygulaması ve seneye bunun 5+0+3 olacağı gerçeğinden yola çıkarak Avrupa'da mücadele etmeyecek olmamızdan dolayı tribüne oturacak yabancı futbolcu olayı şu an bizim için gerçekten ekstra bir durum. Şu anki yönetimin, eğer yok ben seçime gideceğim bu yeni yönetimin işi derse yeni yönetimin Ersun Hoca ile oturup konuşması ve bu sene kadroda daha az düşündüğü yabancı futbolcularımızdan birkaçının elden çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Şu an takımımızda bulunan yabancı futbolculara bakacak olursak bunlar için egoları biraz yüksek futbolcular desek çok da yalan olmaz. Bu adamları tribünde oturttuğunuz zaman ise oynamadığı zaman sıkıntı yapacak adamlar. Mutsuz bir oyuncudan faydalanmak ne kadar doğru? Ayrıca bu işin bir de maddi yani var tabi ki.

Joseph Yobo:  2 milyon
Bruno Alves: 2,5 milyon
Michal Kadlec:  2,1 milyon
Cristian Baroni: 1,8 milyon
Raul Meireles: 2,5 milyon
Samuel Holmen: 1,3 milyon
Moussa Sow: 2,6 milyon
Dirk Kuyt: 2,85 milyon
Pierre Webo: 1,25 milyon
Emmanuel Emenike: 2,4 milyon 

Şimdi buradan en düşük ücretli 4 oyuncuyu seçelim. Pierre Webo, Samuel Holmen, Cristian Baroni ve Joseph Yobo. Bu 4 oyuncunun bize senelik maliyeti 3,8 milyon Euro *2 dediğimizde ise ortaya çıkan rakam 7,6 milyon Euro ki bu rakamın üstüne bir de maç başına aldıkları ücretleri ve bonusları ekleyecek olursak ortaya ortalama 10 milyon Euro lük bir rakam çıkıyor ki bunu Fenerbahçe daha farklı yerlere harcayabilir. En kötü geçenlerde Mert Evgin kardeşimizin twitterda yazdığı gibi futbolculara 10 milyon Euro’yu şampiyonluk primi olarak verirsin ki bak bakalım nasıl oynuyorlar:)

Not: Oyucular düşük ücretten seçilmiştir. Kişisel bir durum yoktur...

Scouting

Diğer aklıma gelen bir konu ise scout ekibi. Maalesef ülkemiz futbol camiası bu konuyu ne profesyonelce hallediyor ne de buna dönük bir çalışması var. Daha eskiler bilirler eskiden futbol kulüplerinin maalesef bunun içinde biz de varız scout mantığı emekli olan futbolcusuna "Ya Ahmet Brezilya'da bir futbolcu varmış git bir izle bakalım" demelerinden ve Ahmet'in o adamı 2-3 maç izlemesinden ibaretti. Günümüz futbolunda ise bu işler artık böyle yürümüyor. Avrupa'da bulunan özellikle büyük kulüplerin scout ekipleri bir adamı daha küçük yaşlarda izlemeye başlıyor. A takımda oynamaya başladığında ise üzerine daha çok düşmeye başlıyorlar. Bakınız Robert Lewandowski. Dortmund scout ekibinin onu izlemeye başladığı 2006 yılında Polonya takımı Znicz Pruszków'da 18 yaşında idi. Ekip onu 4 sene boyunca izledi ve 2010 yılında 4,75 milyon Euro karşılığında Borussia Dortmund'a transfer oldu. Şu anki piyasa değerini yazmaya gerek yok herhalde. Bu tür oyuncular öncelikle futbol açısından oynadıkları takımlarına çok büyük değerler kazandırırken başka takımlara transfer olduklarında da kulüp kasasına iyi para bırakıyorlar. Şimdi biz 2 sene boyunca Avrupa Kupalarında yokken bu işe bir el atsak fena mı olur? Gerçek bir scout ekibinin çalışması nasıldır bilmiyorum ama benim football managerda izlediğim sistem Avrupa, Türkiye ve Güney Amerika olmak üzere üçe ayrılır. Her ekip de en azından 2-3 kişiden oluşur. Fenerbahçemiz de böyle bir yol haritası izlese fena olmaz mı sizce? Özellikle yabancı sınırlamasından dolayı Türk futbolcusunun veya Türk pasaportu olan futbolcunun değeri birden normalin iki katına fırladı. Bu iki sene içerisinde Türkiye'deki alt ligleri talan edecek bir scout ekibi iki sene sonra takıma 2-3 oyuncu kazandırsa fena mı olur? Örnek Alper Potuk. Şu iki sene içerisinde böyle bir oyuncu bulsak 18-20 yaş arası ve takıma kazandırsak ve 7,25 milyon Euro’nun büyük bir çoğunluğu kasamızda kalsa. Ki ortada Salih Uçan gibi bir örnek var iken. Bucaspor'dan 1,55 milyon Euro'ya satın aldığımız Salih'in transfermarket.com sitesine göre şu anki piyasa değeri 3,5 milyon Euro ki bu da aldığın paranın iki katı demek.

Maçlar

Geçen sezon takımımızın gerek UEFA Avrupa Ligi'nde yarı finale kadar gitmesi gerekse Ziraat Türkiye Kupası'nda final oynaması ile tarihinde ilk kez bir sezon içinde 64 maç (34 Lig + 18 Avrupa + 11 ZT Kupası + 1 Süper Kupa) oynayarak bu alandaki rekorunu kırdı. Bugün Avrupa'da mücadele eden takımların bir sezon içinde yaptığı maç sayısına bakacak olursak  64 maç ciddi ciddi Avrupa futbolu için çok ama çok önemli bir rakam. Geçen sezonun Avrupa liglerinde şampiyon olan takımların son 3 sezon oynadıkları maçlara bakacak olursak;


Takım

2012/13

2011/12

2010/11

Barcelona
60
64
62
M.United
54
54
60
Bayern Münih
54
55
48
Juventus
53
43
50
Fenerbahçe
64
45
42


Senelerdir sadece Fenerbahçe için demiyorum tüm Avrupa'da mücadele eden Türk takımlarının özellikle ligde aldığı mağlubiyetlerin ardından en büyük yalanı "Haftada 2-3 maç yapıyoruz" olması idi. Peki Avrupa'nın önde gelen liglerinde mücadele eden takımların oyuncuları ne yapsın? Sen antrenmanını doğru düzgün yap, kondisyonunu hep en üst seviyede tut bak bakalım oynayabiliyor musun oynayamıyor musun? Bu takımlar Avrupa arenasında kupa kazanıyorsa bu maç sayısının çok ama çok büyük etkisi var. Bir de bizde X takımın Avrupa'da maçı var diye lig maçının ertelendiği bir ortamdan söz ediyoruz.

Bugün Barcelona'nın yukarıdaki tabloda da göründüğü gibi son 3 sezon senelik maç ortalaması 62. Belki diğer takımlara göre bu ortalama biraz yüksek kalsa da eğer "Dünya Kulübü" olmak istiyorsak bizim de maç sayımızın ortalama 50 olması gerektiğini düşünüyorum. Geçen sezon 64 maç yapmış bir takımın ondan önceki sezonlarda 45 ve 42 maç yapmış olması bu maç eksikliğinin bizi ne kadar olumsuz etkilediğini açık ve net bir şekilde gördük. Takımın özellikle mücadele düzeyi yüksek lig maçlarında sahada koşmayı bırakın, bazı futbolcuların yürüyecek hali bile yoktu. Buna ek olarak daha önceki sezonlarda çok daha az maç yapmaları ve geçen sezon bunun çok çok üstüne çıkmamızdan dolayı sakatlık problemleri ile de mücadele etmek zorunda kaldık. Şimdi ise 2 sene Avrupa'dan men cezası almış olmamızdan dolayı oynayacağımız maç sayısı yine 40'lara düşecek. Ufak bir hesap yapacak olursak sezon sonu gene Süper Kupa maçı oynadığımızı düşünürsek 34 lig maçı + Ziraat Türkiye Kupasında finale kadar gittiğimizi düşünürsek +10 maç daha toplamda ise 34+10+1=45 maç. Yani 2 sezon öncesine geri döneceğiz. Bu açığı kapamak için de özellikle devre arasında kulübün oynamak için değil de, ciddi ciddi hazırlık maçları ayarlaması lazım. Bunun dışında (mali konulardan bağımsız) eğer kulüp ayarlayabilirse iyi bir sponsor eşliğinde böyle para ödüllü Emirates Cup gibi bir turnuva düzenlesek ve Avrupa'nın 3 iyi düzeyde takımı ile maç yapsak fena olmaz diye düşünüyorum. Ayrıca sezon içinde Avrupa'da mücadele etmeyen takımlar ile özellikle eski doğu bloku takımları veya Balkan liglerindeki takımlar ile maçlar yapıp bu eksiği bir nebze de olsa kapatmamız gerektiğini düşünüyorum. Böylece 2 sezon boyunca 45 maçta kalıp (ki ZT Kupası’nda finale kadar ilerlemen lazım) ardından Avrupa'da gene aynı sorunları yaşamayalım.

Uzun lafın kısası, bu ve buna benzer konular yönetim tarafından oturulur enine boyuna teknik heyet ile tartışılır ve sonuçta 2 sene sonra Spor Toto Süper Ligin tozunu attıracak, Avrupa'da ise iyi yerlere gelecek geleceğin Fenerbahçesi yaratılır. Bir nevi zümrüdü anka kuşu gibi bu kara günleri geride bırakır ve küllerimizden yeniden doğarız.





Püzant YÜCECAN



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...