12 Eylül 2012 Çarşamba

Milli Marş ve Saygı Duruşu Sorunsalı...


"ATATÜRK onları selamlayarak köşke yöneldiğinde yüzü asıldı. Kaşlarını çattı. Çünkü, geçeceği yerde boylu boyunca bir Yunan Bayrağı seriliydi. Karşılayıcılara bunun nedenini sordu. Onlar da, “Yunan Kralı Konstantin’in 1921 yılında İzmir’e geldiğinde bu köşkte ağırlandığını; yere serilen Türk Bayrağını çiğneyerek içeri girdiğini” anlattılar. 

ATATÜRK’ün yanıtı kısa ve kesindi: “Yunan Kralı hata etmiş. Çünkü, bayrak bir milletin onurudur. Ben bu hatayı tekrarlamam” diyerek, yerdeki bayrağı kaldırttı. Köşkün bembeyaz mermerlerinde ilerleyerek, içeri girdi..."
----------------------------

Türk milleti için bazı değerler, bazı unsurlar vardır ki neredeyse her şeyden, herkesten önce gelir. Bunlardan bir liste yapacak olsak Ulusal Marşımız herhalde en üstlerde yer alır. Çünkü bu millet bağımsızlığı, özgürlüğü için zamanında büyük bir savaş vermiş ve bu savaşın sonunda yazılmıştır İstiklal Marşımız. O dönemin zorluklarını, insanların özgürlükleri ve vatanları için nasıl canlarını hiçe sayarak savaştıklarını anlatır bize. Bundan dolayıdır ki her zaman her yerde tek yürek olarak söyleriz İstiklal Marşımızı. 

Özellikle milli maçlarda bu doruk noktasına ulaşır. Öylesine içten, öylesine sesimizin çıkabildiği son noktaya kadar söyleriz ki bir nevi futbolcularımızı maça hazırlama evresinin son noktasıdır. Fakat gelin görün ki biz milli marşımıza ne kadar saygı gösteriyor isek başka milletlerin milli marşlarına da bir o kadar saygısızlık etmekte üzerimize yok maalesef.

Dün oynanan Türkiye - Estonya milli maçını çalıştığımdan dolayı pek izleme fırsatı bulamadım. Fakat ne zaman maçta durum ne diye bakmaya kalksam gol oldu:)) Bu da benim için en azından bir teselli olmuştu. Maç daha başlamadan twittedan yazılanlara baktığımda yine rakip ülkenin milli marşı çalınırken ıslıklar, tezahüratlar havada uçuşmuş. Bunun nedenini (ki geçerli bir nedeni asla yoktur benim için) anlamak için kendimi çok zorlasam da bir türlü buna anlam veremiyorum. Acaba rakip takımı demoralize etmek için mi diyorum (akla gelen en mantıklı açıklama) desem de bence böylesine bir şey rakip takım üzerinde tam tersi bir etki de yaratabilir.

Islıklardan adamların milli marşları bile duyulmuyor...

Atatürk'ün izinde gitme konusunda yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayan insanların yaptıklarına bakınca maalesef ki bunun aslında böyle olmadığına inanıyorum. Ne olacak orada 1 dakika sussan rakibine saygı göstersen, incilerin mi düşecek?? ama yok rahat duramıyoruz illa bir laf atma illa bir ıslıklama olacak. Hani bunun cahillikle, cehaletle, okumamakla alakası olduğuna da inanmıyorum. Bu tamamı ile bir insanlık sorunu. İnşallah günün birinde öğreneceğiz saygı duymayı. O yuhladığın, ıslıkladığın X ülkenin milli marşının nasıl yazıldığını, neler anlattığını kaçımız biliyor??

Şimdi çıkıp bana bunu Avrupa'da da veya başka yerlerde de yapıyorlar. Hatta bizim İstiklal Marşımıza da böyle saygısızlıkta bulunuyorlar diyeceklere tek sözüm bu yazının devamını okumayın olacak. Ne demek istediğim yazının hemen başında anlaşılıyor zaten. Kötülüğe kötülük ile karşılık vermek sadece daha önce küfür ettiğin, "Siz nasıl insanlarsınız" dediğin insanlar ile aynı konuma düşmekten başka bir şey değildir benim için. Unutmayalım ki rüzgar eken fırtına biçer.

----------------------------

Olmuyor olmuyor olmuyor...Maalesef beceremiyoruz. Ne hayatını kaybedene ne de yaşayana saygımız yok. Belki içinde olan hırstan, üzüntüden, acıdan kaynaklı ama bu kimseyi haklı çıkarmıyor. Yazıyla da "bir" rakamla da "1" dakika sessiz kalıp bu dünyadan göçüp gidenlere saygı duyamıyoruz maalesef. 

Futbol maçlarında diğer bir sorunumuz ise saygı duruşu. Hadi rakip milli takımın Ulusal Marşına saygı duymuyorsun onu anladık (aslında anlamadık) da kendi yitip giden evladına, dostuna, kardeşine de mi saygı duymuyorsun?? Alt tarafı bir dakika ya bir dakika sessiz dur aramızdan ayrılan veya ayrılanlara koruduğun bu sessizliğin ile saygı duy ruhunu şaad et ama yok saygı duruşunda bile rahat duramıyoruz. Bir dakika sessiz durulacak alt tarafı. Zor mu?? Hiç de değil tabi ki. O bir dakika içinde sessiz dur ondan sonra 90 dakika ne istersen onu bağır. 

Maalesef milletçe hassas olduğumuz bu iki konuya gereken hassasiyeti göstermiyoruz, belki de göstermek istemiyoruz ben anlamadım gitti anlayan biri varsa lütfen bana anlatsın.




Püzant YÜCECAN

11 Eylül 2012 Salı

Football Manager 2013


Ve nihayet Football Manager sevenler için güzel haberler gelmeye başladı. Dünyanın en çok satılan oyunlarından biri olan Footbal Manager'ın yeni oyunu FM13 Chistmas döneminden önce piyasaya çıkacağı duyuruldu. Bu da demek oluyor ki oyun en erken Ekim en geç Kasım ayında piyasalarda olacak.

Sports Interactive'nin Stüdyo Direktörü Miles Jacobson'nun geçenlerde yaptığı basın toplantısı ile yeni oyun tüm dünyaya tanıtıldı. Oyunda mevcut çoğu özellikler geliştirilirken FM13 oyunculara yeni özellikler yeni modlar da sunuyor.

Yeni oyunda belki de Türk oyunseverleri ilgilendiren ve sevindirecek en önemli değişiklik ise oyuna seneler sonra konulacak olan "Türkçe Dil Seçeneği" olacak. Daha önce Türkiye'de katıldığı bir tv programda, oyunun herhangi bir versiyonu 10.000'in üzerinde satılırsa dil desteği ekleyeceklerine dair söz veren Jacobson, geçen aylarda geçilen bu rakamdan dolayı sözünü tuttu ve yeni çıkacak olan Football Manager 2013'e Türkçe Dil seçeneği ekledi.

Football Manager 2013 şu an kendi orijinal sitesinden Pre-Order (Ön Sipariş) sipariş almaya başladı. Şuraya giderek oyunu indirimli olarak 29,99 £'a satın alabilirsiniz. Dilerseniz TTNET'in playstore uygulaması ile de oyuna 96 TL yerine sadece 72 TL'ye sahip olabilirsiniz. Üstelik TTNET'in 3-6-12 ay gibi taksit seçenekleri de bulunmakta ve bunu TTNET faturanıza yansıtmaktalar.


Football Manaher 2013'ün Sistem Gerksinmeleri ise şöyle;

PC
OS - Windows XP/Vista/W7
Processor - XP : 1.6GHz or Faster, Vista/W7/W8 : 2.2GHz or Faster
Supported Processors: Intel Pentium 4, Intel Core, AMD Athlon 
Memory - XP/Vista/W7/W8 : 1.0GB RAM
Video Card - 128MB *Supported Chipsets (see below)
DirectX: 9.0c
Sound: DirectX 9.0c compatible
Supported Chipsets:
Nvidia FX 5900 Ultra or greater; ATI Radeon 9800 or greater; Intel 82915G/82910GL or greater.
A fully DirectX 9 compliant graphics card is required.
Earlier cards may only display 2D Match Viewer Mode and are not supported.
Earlier cards may require the DirectX 9.0 SDK is installed to run the game. 
Laptop versions of these chipsets may work but are not supported.

Mac
OS - OS X 10.6.8/10.7.x/10.8.x or higher
Processor - Intel Processor
Memory: 1.0GB RAM
Graphics: Nvidia Geforce 7300 GT or greater. ATI Radeon X1600 or greater.


Miles Jacobson Basın Toplantısı

Oyun İçi Görüntüler











Püzant YÜCECAN

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ayağa Kalkmayan...


Bundan tam 57 sene önce bir akşamüstü başladı olaylar. Büyük bir komplonun sonucu olarak başta Rumlar olmak üzere Ermeni ve Yahudilerin dükkanları, evleri yağmalandı, talan edildi. Kiliseler, sinagoglar ve okullar basıldı, yerle bir edildi. İnsanlar öldürüldü, insanlar yaralandı. Tam 57 sene önce 1955 yılında İstanbul'da. 

7 Eylül 2012. Yer İstanbul'dan kilometrelerce uzak başka bir ülke Hollanda. Milli takımımız 2014 Dünya Kupası Elemeleri grup ilk maçı için Amsterdam Arena Stadyumunda. Rakip güçlü Hollanda. Tribünlerde binlerce gurbetçimiz ülkesinin takımını desteklemeye gelmiş. Biz de milyonlar ekranları başından maçı takip ediyoruz. Takımımız ısınmaya çıkmış herkes tek bir ses olmuş takımını destekliyor. Birden herkesin anlamadığı bir teazhürat yükseliyor Arena Stadyumundan. Başta herkes tam anlamıyor. Sosyal Medyada "Fenerli mi diyorlar" diye muhabbetler dönüyor. Daha sonra anlıyoruz ki yapılan tezahürat "Ayağa Kalkmayan Ermeni olsun" 

Kendi kendime sormaya başlıyorum. Peki ne değişti?? 57 sene önce kötü bir komplo sonucu insanlar vatanlarından, doğdukları, yaşadıkları, ekmek yedikleri topraklarından koparılırken mevcut olan kafa yapısı ile daha iki üç gün önceki kafa yapısının arasında ne fark var?? Daha da üzücü olan bunu gurbetçilerimizin yapması oldu. Irkçılıktan, kafatası milliyetçiliğinden, faşizmden en çok çekmiş, bunun en acı sonuçlarını yaşamış insanlar. Avrupa'daki Naziler tarafından her fırsatta hem fiziksel hem de sözel olarak şiddete maruz kalan hatta bunla da kalmayıp evleri kundaklanan insanlar. Belki de o gün o tribünlerde bir Nazi tarafından evleri kundaklanıp vefat eden birilerinin akrabaları da vardı. Ne kadar acı bir durum. Senelerce bu illetten dolayı eziyet çek, zulüm gör, seni yabancı olarak suçlasınlar sonra sen git böyle bir tezahürat yap. Ki şunu da ekleyeyim günümüzde Avrupa'da yaşayan ve gurbetçi olarak adlandırdığımız insanlar kaç senedir Avrupa'da?? Peki ya Ermeniler kaç senedir bu memlekette??

Şimdi size soruyorum... Yarın veya öbür gün X bir Avrupa takımı ile maç yapıyoruz ve rakip ülke taraftarları stadı "Ayağa Kalkmayan Türk Olsun" tezahüratı ile inletiyor. Biz o zaman ne yapacağız?? Avrupa bu mu sizin demokrasiniz?? Bu mu sizin anti faşist duruşunuz demeyecek miyiz?? 

Türk sporunda özellikle Türk futbolunda böylesine faşist, ırkçı söylemlerin bu ne ilki oldu ne de maalesef ki sonu olacak. Bunla ilgili daha önce zaten yazmıştık ve temcid pilavı gibi ısıtıp tekrar sofraya koymaya gerek yok. Okumak isteyenler, merak edenler varsa  "Emre'den Çıktık Yola" yazımıza bir göz atabilirler. 

Aslında burada konuyu daha farklı bir şekilde ele alacağız. Farz edin ki o gün yapılan bu çirkin tezahürat esnasından ayağa kalkamayanlar oldu. Ne olacak o zaman o ayağa kalkmayan Ermeni olacak di mi?? Ama hangi Ermeni??

"Ayağa Kalkmayan Ermeni Olsun" peki olsun. Kim olsun mesela?? Madem konumuz spor hem daha birkaç ay önce hepimizi ekran başına kilitleyen, sporcularımızı gururla izleyip desteklediğimiz 2012 Londra Olimpiyatları yeni bitmişken mesela mesela Mıgırdiç Mıgıryan ve Vahram Papazyan olsun mu?? Olsun. Peki kimdir bu Mıgırdiç ile Vahram ne yapmış bu adamlar??

Kimse belki farkında değildi, ekranlarda bu hatırlatmayı pek görmedim de duymadım da belki bilinçli belki de bilgi eksikliğinden ama 2012 Londra Olimpiyatları'nın Türkiye açısından diğer önemli bir yanı da Türkiye'nin Olimpiyatlara ilk resmi katılımının 100. yıldönüm oluşu idi. 

Bundan tam 100 yıl önce, 1912'de, Osmanlı vatandaşı iki Ermeni sporcu Mıgırdiç Mıgıryan ve Vahram Papazyan, Stockholm'de düzenlenen 5. Olimpiyat Oyunları'nda atletizm alanında ülkemizi temsil etmişti. Daha ortalarda Atletizm Federasyonu'nun olmadığı bir dönemde, imkansızlıklar içinde Stockholm'e gitmişler ve  bizzat dönemin İsveç büyükelçisinin eşinin diktiği Osmanlı armalı formaları ile iki genç ülkemizi atletizm alanında Stockholm'de temsil etmişti. Bu Osmanlı vatandaşlarının olimpiyat oyunlarına ilk katılımı idi. 

Oyunlarda Mıgırdiç Mıgıryan pentatlonda ve disk atmada ülkemizi temsil etmişti. Mıgıryan disk atma dalında beşincilik kazanmıştır. Papazyan ise 1500 metre koşuda önde olmasına rağmen, son düzlükte yere düşerek derece yapamamıştır. Tarihin cilvesine bakın ki onun yapamadığı bu dereceyi 100 sene sonra bir Türk kızı Aslı Çakır Alptekin 2012 Londra Olimpiyatları'nda birinci olarak atletizm dalında Türkiye'ye ilk altın madalyasını kazandırdı. 

Vahram Papazyan anılarında o günleri anlatırken şöyle diyor. "Sabah Stockholm’e vardığımda, sokakların ve büyük binaların olimpiyatlara katılan irili ufaklı ülkelerin bayraklarıyla donatıldığını gördüm. Ama hiçbir yerde Türk bayrağı yoktu. Bu durum beni çok üzdü. Nihayetinde vatanımın, Türkiye’nin temsilcisiydim ve ülkeme karşı gösterilen bu çirkin tavır, benim için bir aşağılamaydı. Barınmam için bana ayrılan mekâna varmadan, bir araba tuttum ve doğrudan Türk elçiliğine gittim. Öfkemi anlatacak ve hemen bir çare bulunmasını rica edecektim.” 

“Türk elçiye kendimi tanıttıktan ve onun tebriklerini aldıktan sonra, ona şunları söyledim: ‘Beyefendi, Stockholm’un havasını içime çekemiyorum. Çantalarımı alıp memleketime dönmek istiyorum. Bütün şehir yabancı bayraklarla dolu ama bir tek Türk bayrağı yok ve bu hem benim hem de vatanım için büyük bir aşağılama. Ancak, öbür uluslarla birlikte benim vatanımın bayrağı da dalgalanırsa burada kalırım.’

Türk elçi taş kesildi. Başka pek çokları gibi, bir Ermeni’nin vatanını bu kadar sevmesine inanamıyordu… Ve gerçekten de, iki saat sonra Türk bayrağı her yerde dalgalanmaya başladı.”

Yazımızın başında ne demiştik 57 senedir değişmeyen düşünce yapısından dem vurmuştuk. Evet  efendiler, evet paşalar sizin 57 senedir bu kafa yapınız nasıl değişmedi ise bizim de 100 senedir (hatta daha da fazla) bu kafa yapımız değişmedi. 

Alparslan Anadolu topraklarına girer iken yanında Ermeniler vardı tıpkı Fatih Sultan Mehmed Han'ın İstanbul'u fetih ettiği gün gibi. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusunda bulunan Ermeni asıllı Türk askerleri gibi, tıpkı Atamız ile beraber Türkiye Cumhuriyet'inin inşaası sırasında. Tabi ki kötü günlerimiz de oldu kimsenin hatırlamak istemediği ama tartıya koyarsak Ermeniler vatanları için çok şey yaptı ve hala da yapmaya devam ediyor. 

Biz bu memleketi, vatanımızı ölümüne sevdik ve size inat da seveceğiz. Ben burada doğdum ve Allah nasip ederse de burada öleceğim. Bu memleketin, vatanımın topraklarına gömüleceğim. Beni ve benim gibi düşünen Ermenileri bu vatandan koparmaya ne sizin gücünüz yeter ne de uşaklık yaptığınız efendilerin. 


Not: Daha çok ama çok örnek olmasına rağmen yazıyı çok da uzatmadan burada sonlandırdım ama bu yazının çeşit çeşit değişik alanlarda birçok episode'ununda olacağından emin olabilirsiniz. 


Kaynak: 26.07.2012 Agos Gazetesi Rober Koptaş...



Püzant YÜCECAN


5 Eylül 2012 Çarşamba

Revolution...


Bir gün sanki bir düğme ile kapatılmış gibi elektriğin gittiğini hayal edin. Neler olurdu? Televizyon yok, telefon yok, bilgisayar yok, tüm iletişim araçlarınız elinizden alınmış, ulaşım deseniz neredeyse imkansız hale gelmiş ve bunlardan çok daha önemlisi insanın yaşamını sürdürebilmesi için gereken temel gereksinmeleri teknoloji olmadan sadece kendi çabasıyla sürdürmeye çalıştığını. Ve tüm bu olanları açıklayabilecek tek güç olan modern teknolojinin yitip gittiğini?? Karanlık zamanlardaki gibi hayat daha yavaş ve daha mı güzel olur yoksa bu bir kabus mudur??

Lost dizisinin ünlü yapımcısı J.J. Abrams ile Supernaturel dizisinin yaratıcısı Eric Kripke'nin imzasını taşıyan ve yönetmenliğini Iron Man serisinden tanıdığımız Jon Favreau'nun üstlendiği Revolution işte tam da bu konuya parmak basıyor. Günün birinde tüm dünyada aniden elektrik gider ve tüm dünya bir anda karanlığa gömülür. Buna bağlı olarak da insanlar hayatta kalabilmek için yaşam mücadelesi vermeye başlarlar.

Dün itibari ile dizinin 40 dakikalık pilot bölümü Amerika'da NBC kanalında yayınlandı. Az önce de bu pilot bölümü izledik.  Açıkçası bir Lost sever olmasam da (daha 3. bölümünde uyuya kalmışlığım vardır) dizinin ne kadar sükse yaptığını ve ne kadar büyük bir hayran kitlesi olduğu malumumuz, bu dizi de izlediğim kadarıyla Lost gibi bir hayran kitlesi oluşturabilecek kapasitede. Merak-Heyecan-Macera. Gereken kutsal 3'lü yine bir araya gelmiş.



Şimdi yazacaklarım spoiler içerir ona göre ben önceden uyarımı yapayım da siz sonradan küfür etmeyin. Yayınlanan pilot bölümde günün birinde aniden elektrik gider ve tüm dünya karanlığa gömülür. Dizimiz dünyanın karanlığa gömülmesinden 15 sene sonrasını anlatıyor bize. Arada flashbackler ile de aslında ne olduğuna dair ipuçları veriyor. Koca koca ışıklı, cafcaflı o Amerikan şehirleri bir bir ortadan kalmış neredeyse hepsi doğanın bir parçası oluvermişler. New York şehrinin içinden geçen akarsular, dev binaların ve gökdelenlerin etrafını çevrelemiş ormanlar (I Am Legend'daki gibi bir ortam düşünün). İnsanlar artık büyük şehirlerde yaşayamadıkları için ise kasabalarda çiftçilik ve avcılık ile uğraşarak yaşamaktadırlar. Ayrıca tüm devletler çökmüş ve yönetim yeni ortaya çıkan savaşlordlarının eline kalmıştır. Bir nevi halklar derebeylikler şeklinde yönetilip bu kaos ortamındaki savaş lordlarına vergi vermek zorunda bırakılmışlardır. Modern çağda kılıçlar, oklar ve arbaletler ile savaşılan bir ortam hayal edin:)) Hal ve durum böyle iken gerisini de siz izleyin artık:))


Dizinin oyuncu kadrosuna gelecek olursak dizinin ana karakterlerinden Miles Matheson rolünde Twilight serisinden tanıdığımız Billy Burk olacak. Miles Matheson orta yaşlarda kendini 15 senedir gizleyen eski bir asker ve en önemli özelliği öldürme konusunda usta olması.

Dizinin diğer ana karakterlerinden biri ise Ben Matheson. Miles Matheson'ın kardeşi ve neredeyse her şeyin çözümü diyebileceğimiz Ben karakterini Tim Guinee canlandırıyor.
Ben'in eşi olan Rachel Matheson'u ise Elizabeth Mitchell canlandıracak. Ki kendisinin de bu olaylara dair bilgisi olduğunu görüyoruz. 

Diğer ana karakterimiz Charlie Matheson'ı canlandıran Tracy Spiridakos ve Danny Matheson'ı canlandıran Graham Rogers. Charlie ve Danny kardeştirler ve hayatta kalmak için savaşırlar. Ben ve Rachel Matheson'ın çocukları. Charlie dik başlı, cesur ve meraklı bir karakterdir. Kardeşi Danny ise onun tam tersi daha düşünceli ve temkinlidir.

Dizinin diğer iki sağlam oyuncuları ise Grace rolünde Maria Howell ve Teğmen Neville rolünde Giancarlo Esposito (Breaking Bad dizindeki Gustavo 'Gus' Fring rolünden hatırlayabilirsiniz) . Teğmen Neville sert karakterinin yanı sıra kibar bir kişiliğe sahip bir Militia askeridir. Grace ise olayların tam içinde olmasına rağmen kimsenin şüphelenmediği karakterimiz. 

Diğer ağır karakterlerimizden biri ise Bass rolündeki David Lyons. The Cape dizisinin yıldızı David Lyons Bass rolünde bir deniz subayını canlandırıyor.

Son iki karakterimizden biri Aaron rolündeki Zak Orth. Aaron Ben Matheson'ın arkadaşı olan orta yaşlarda bir bilgisayar dehası ve Ben ona çözümde büyük bir payı olacak "bir şey" emanet eder.
JD Pardo ise dizide Nate karakterindeki bir okçuyu canlandırıyor. Aslında bir Militia askeri olan Nate'in kafasını daha pilot bölümden gördüğümüz kadarı ile Charlie karakteri bayağı bir karıştıracak gibi duruyor. Kendisini The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2 deki Nahuel rolünden hatırlayabilirsiniz.

Tabi daha ilerde diziye katılacak yeni karakterlerimiz olacak. Şimdilik pilot bölüm üzerinden gittik.

17 Eylül'de başlayacak olan dizinin yayın günü ve saati ise Pazartesileri 22:00 olarak belirlenmiş. Herkese şimdiden iyi seyirler...


Püzant Yücean



FM 2012: Sezonun İlk Yarısı...


Nihayet ligin ilk yarısının sonuna geldik. Takımımın genel görünümüne bakacak olursak açıkçası şu an istediğim futbolu oynatabildiğimi net olarak söyleyemem. Buna rağmen iyi yoldayız. Özellikle zorlandığımız maçlardan 3 puan çıkarabilmek benim için önemliydi ki büyük takımı büyük yapan en büyük unsurlardan biridir bu. 

Hücumda açıkçası pek sorun yaşadığımız söyleyemem hatta takımın en güçlü tarafı olduğunu da söyleyebilirim ama orta saha için daha da güçlenmemiz gerekiyor. Özellikle sol kanattan gol ile sonuçlanan ataklar sağ kanadımıza göre daha az kalıyor. Bu konuda Ziegler ve Caner'in sezon ortasındaki kampımızda bu yönlerini geliştirmeleri için hücum koçumuz Dave Parnaby ile özel bir program hazırladık.

Diğer bir problemimiz ise ilk yarının ortasında az da olsa düzelttiğimiz fakat tam da istediğim kıvama gelmeyen defanstaki gol yeme problemimiz oldu. Hücum yönümüzün kuvvetli olmasından dolayı pek de göze batmayan bu sorun belki Spor Toto Süper Lig için çok da aşırı problem olmasa da seneye Avrupa maçlarında böyle devam edersek en önemli handikabımız olacak gibi. Bundan dolayı da savunma koçumuz Chico Fraga ve Angel Veles ile neredeyse kamp dönemince her gün oturup konuştuk ve tartıştık. Sonuçta defans oyuncularımız için özel bir program hazırladık. Bakalım ligin 2. yarısında bu sorunumuzun üstesinden gelebilecek miyiz.


Spor Toto Süper Lig'in ilk yarısında oynadığımız 16 maçtan 42 puan çıkarmayı başardık ve ilk yarıyı Gaziantepspor'un 13 puan önünde lider olarak kapattık. 42 puanın paylaşımı ise 13 galibiyet + 2 beraberlik şeklinde olurken şu an ligin tek nağmalup takımıyız.


Takımımız 16 maçta 47 gol atıp ligin en fazla gol atan takımı olurken, yediğimiz 15 gol ile de ligin en az gol yiyen 3. takımıyız.




Moussa Sow 47'i golün 15'ine imzasını atarken onu 6'şar golle Serdar Kesimal ve Miroslav Stoch takip etti. Mehmet Topuz ise ligin ilk yarısında takımı adına 5 gol attı.
Ayrıca Moussa Sow attığı bu 16 gol ile ligin ilk yarısını gol kralı olmayı başardı.

Asist sıralamasında ise kaptanımız Alex De Souza 12 asist ile hem takımının hem de ligin ilk yarısının lideri oldu. Onu Mehmet Topal 7 asist ile takip etti.


Ligin ilk yarısındaki en gollü galibiyetimizi 12. haftada evimizde oynadığımız Mersin İ.Y maçındaki 6-0'lık skor ile aldık...
Ligin ilk yarısında 0-0 berabere kaldığımız Beşiktaş maçı hariç her maçta rakip fileleri havalandırmayı başardık.

Kasım ve Aralık Ayı Sonuçları (9.-16. Haftalar)


Takımım adına sezonun ilk yarısında benim için en önemli gelişme gösteren oyuncu ise Mehmet Topuz oldu. Sağ kanatta takımı adına iyi işler çıkardı ve Moussa Sow'un attığı 15 golde çok büyük de katkısı oldu. Kendisiyle devre arası asistanımız Tony Coton ile beraber kampta özel olarak konuşup bu çıkışını ve başarısını devam ettirmesi konusunda uzun bir konuşma yaptık.



Spor Toto Süper Lig Eylü - Ekim - Kasım aylarında ayın futbolcusu ödüllerinde takımımız oyuncularından Moussa Sow Eylül ayının en değerli oyuncusu olurken Kasım aynında da Miroslav Stoch ayın oyuncusu seçildi. Ekim ayında ise oyuncumuz Serdar Kesimal ayın en iyi 2. oyuncusu oldu. Tebrikler.


4.Gol...1:00

Bir tebrik daha Caner Erkin'e. Ligin 5. haftası oynanan ve 4-2 galip geldiğimiz Kayserispor maçında 4. golümüzü atan Caner'in golü 5. haftanın en iyi golü seçildi.

Son olarak Ziraat Türkiye Kupası 3. tur kuraları çekildi. Rakibimiz Turgutluspor oldu. Maç 11.01.2012 tarihinde Turgutlu 7 Eylül stadında oynanacak.


Püzant YÜCECAN

4 Eylül 2012 Salı

Bir Alex Değil...(Olmadı Puma)


Geçen günlerde kulağımda kulaklığım, (Muse - Hyseria) Bakırköy'deki Capacity AVM'deki Puma mağazasının önünden geçerken "Bir Alex Değil" tişörtü gözüme çarptı. Daha satışa çıkmadan gördüğüm ama beğenmediğim, Alex için tasarlanan bu sözde "özel koleksiyon" için mağazadan içeri girip hem t-shirt'ün nasıl olduğunu görmek hem de fiyatına bakmak istedim. Sade t-shirt yapacağız diye bu kadar özentisiz tişört yapılması açıkçası beni çok rahatsız ediyor (ki Fenerium'da da bunu çok örneği var maalesef) bundan dolayı da böyle koca puntolarla yazılmış düz tişörtleri pek beğenmiyorum.

Neyse biz asıl konumuza gelelim. Tişörtü elime alıp incelemeye başladım. Normal bildiğimiz sıradan bir tişört olan bu "özel koleksiyon" tişörtünün fiyatına baktığımda ise asıl şoku o zaman yaşadım diyebilirim. Fiyatı tam tamına 75 TL!!! Maliyeti ne diye merak etmeye başladım o an.(Cem Yılmaz misali:)) 5 TL?? en fazla 10 TL?? Mağazada çalışan birilerine yönelmeye çalışsam da sonradan bundan vazgeçtim. Ne gerek vardı ki?? Sonuçta oradaki çalışanın maliyeti ile ilgili bilgisi büyük bir olasılıkla olmayacaktı, olsa bile bana mı söyleyecekti:)) 

Mağazadan çıkıp evin yolunu tutmaya başlarken düşünmeye de devam ediyordum. Kulağımda kulaklık ( Pet Shop Boys - West end Girls) aklımdan Puma'nın bu "özel koleksiyonu". Amaç neydi bu özel koleksiyon ile?? Alex'e saygı mı yoksa Fenerbahçe taraftarını kazıklamak mı?? Hepimizinde bildiği gibi yaklaşık 10 senedir Fenerbahçe'de top koşturan, taraflı tarafsız herkesin beğenisini ve saygısını kazanmış Alex De Souza'ya Fenerbahçe taraftarının sevgisi bir ayrıdır bir özeldir. Peki Puma'nın bu tişörtü 75 TL'ye satmasındaki amaç nedir?? Fenerium'a gidip sadece 24 TL fark ödeyip yeni sezon forması almak yerine neden ben bu tişörtü alayım??? Yoksa bu tişört sıcak havada terletmiyor, soğuk havada ısıtıyor mu?? Üstelik Fenerium'dan aldığım herhangi bir üründen kulübümde kazanırken ben neden Puma'yı zengin edeyim??

Puma'nın yapmak istediği, amaçladığı şey apaçık ortadadır benim için. Fenerbahçe taraftarının Alex De Souza sevgisini kullanıp "Bunlara nasıl olsa ne versen alıyorlar" düşüncesinden hareketle tamamen taraftarı kazıklama mantığından yola çıkarak para kazanmaktan başka bir şey değildir. Diyeceksiniz ki hiç mi piyasada 75 TL'ye tişört yok. Tabi ki vardır ama o tişörtler herkese hitap eden, herkesin giyebileceği tişörtlerdir. Belirli bir kitleye özel çıkmazlar. Bu koleksiyon ise tamamen farklı olup sadece Fenerbahçe taraftarının alıp giyineceği bir koleksiyondur. Bundan dolayı da ben Puma'yı bu fiyat politikasından (taraftarı kazıklamak, aptal yerine koymak) dolayı kınıyorum. "Bir Alex Değil" sözünü güzel bir şekilde saygı çerçevesinde kullanmaları ne kadar hoş ve güzel olsa da bu fiyat politikası bu tişörtü almak isteyenlere açık açık saygısızlıktır. 



Püzant YÜCECAN



3 Eylül 2012 Pazartesi

Mehmet OKUR (Fotoğraf)


Bugün tesadüfen yakaladık Mehmet OKUR'u havaalanında. "Dönecek misin, NBA'e devam mı" sorumuza ise "Devam" cevabı geldi. Umarım bu sene daha da iyi olur kendisi için. Bol şanslar Mehmet OKUR...

Not: Fotoğraf ile ufak bir oynama yaptık:))


Püzant YÜCECAN

1 Eylül 2012 Cumartesi

FM 2012: Hafif Tökezleme


Daha önceki yazımızda Spor Toto Süper Lig'in ilk 4 haftasını yazmıştık. Açıkçası benim ve takımım için güzel bir ilk dört hafta olmuştu. Özellikle 2 derbi oynadığımız ilk 4 haftada 10 puan almak gayet  iyi bir sonuçtu. Ligin ilk 4 haftasında aldığımız bu başarılı sonuçların ötesinde oynanan futbol da bir takım menajeri olarak beni geleceğe umutlu bakmak adına tatmin etmişti. Gelin görün kü kazın ayağı öyle değilmiş. 

İlk dört haftanın ardından oynadığım 4 maçta gene 10 puan çıkarmayı başarmış olmamıza rağmen açıkçası oynanan futboldan pek de hoşnut değildim. Ofansif olarak pek problem yaşamasak da defansif olarak sorunlarımız olduğu net olarak anlaşılıyordu. Sırasıyla oynadığımız Kayserispor (2), Gaziantepspor (2), Sivasspor (3) ve son Karabükspor (2) toplamda 10 gol yerken attığımız gol sayısı ise 16. Defanstaki bu problemin diğer bir sebebi de yaşadığımız sakatlıklar. Gökhan Gönül'ün Galatasaray maçından kalan sakatlığına Kayserispor maçında Joseph Yobo'nun sakatlığı (3-4 hafta) ve Sivasspor maçında Emre'nin kırmızı kart görmesi eklenince doğal olarak defansta problemeler baş gösterdi. Neyse ki bu kadar sakatlık ve cezaların üstüne evimizde oynadığımız Karabükspor maçı hem skor hem de takıma moral açısından ilaç gibi geldi.  Bu maçta da skor avantajının verdiği rahatlıktan dolayı sol kanada ikinci yarının başında Özgür Çek'i almama rağmen o da maçı tamamlayamadan sakatlandı ve 2-3 hafta sahalardan uzak kalacak.

İlk 8 haftanın sonunda takımımız Spor Toto Süper Lig'de aldığı 6 galibiyet 2 beraberlik ile topladığı        20 puan ile ligde lider pozisyonda. Fenerbahçe'nin en yakın rakibi ise 17 puanla Sivasspor. Manisaspor ile ligde mağlubiyet almayan iki takımdan biriyiz. Attığımız 23 gole karşılık 10 gol yedik. Attığımız 23 golün 11'i iki oyuncumuzdan geldi. Moussa Sow (6), Serdar Kesimal (5). Serdar Kesimal'in kornerler için yaptığı özel antrenmanlar işe yaramış gözüküyor.


Bu arada takımımla ayda bir gerçekleştirdiğimiz toplantıda yukarıda bahsettiğim sorunları vurgulayarak defansta biraz daha sağlam durmaları gerektiğini söyledim. Kaptanımız Alex ve Volkan ile yaptığım özel görüşmede ise takımımda herhangi bir huzursuzluk veya moral bozukluğu olup olmadığını sorduğumda kimsenin bir problemi olmadığını söylediler. 

Kayserispor - Fenerbahçe: 2-4



Fenerbahçe - Gaziantepspor: 3-2



Sivasspor - Fenerbahçe: 3-3 



Fenerbahçe - Karabükspor: 4-2





Püzant YÜCECAN

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...