Bu fotoğrafı ilk gördüğümde sen aklıma geldin benim kocaman
yürekli kardeşim. Bir iki satır bir şeyler yazmak istedim fotoğrafın üstüne ama
sen bir iki kelime ile anlatılacak bir insan değilsin ki benim güzel dostum.
Hoş satırlarca yazsak gene de seni anlatmaya yetmez o ayrı bir konu.
Hep bir ardıç kuşu gibi oldun bizim hayatımızda. (Fotoğraftaki
kuş ardıç kuşu mu bilmiyorum aslında ama ben ona benzettim, tıpkı seni bir
ardıç kuşuna benzettiğim gibi) En sevdiğimiz, en küçüğümüz ve en kırılganımız.
Fotoğraftaki gibisin aynen kardeşim. Sevmek istersin o ardıç kuşunu ama
severken ürkütmekten, canını yakmaktan da korkarsın ya işte seni sevmek de öyledir kardeşim. Seni sevmek
kolay değildir. Yürek ister, cesaret ister, zahmet ister. Kocaman yüreğin bir kuş gibi pır pır çarpar
hep. Hele şimdi. Şimdi daha da çok. Sevgini herkese vermek, onu herkesle
paylaşmak istersin. Çünkü biliriz ki sen hep İYİSİN.
Her zaman sana derim ya “Sen çok iyisin” diye hep öyle iyi
ol kardeşim. Bu kahpe dünyada hep böyle iyi kal, kal ki dünya senin önünde
küçülsün sen onun karşısında kocaman bir dev ol.
O kocaman yüreğini herkese açma. Bırak başkaları onu
keşfetmeye çalışsınlar. Zaten o kocaman yüreği keşfeden biri onu asla
bırakamaz. Keşfedemeyen koca götlüler ise onun altında ezilir gider.
Şimdi senin kırıkların var kardeşim ama asıl önemli olan
senin o güzel kalbini çok kırdılar. Biliyorum kardeşim. Hem de çok iyi
biliyorum. Ama sen vazgeçme. Onu vereceğin, onu hak eden insanı aramaktan asla vazgeçme.
İnan değer buna. Biliyorum bir gün biri çıkacak karşına ve fotoğraftaki gibi
tutacak senin o güzel yüreğini. Onu çok sevecek ama bir yandan da korkacak onu
incitmekten ama çok sevecek onu hem de çok.
Kimse için üzme kendini. İnan değmiyor benim güzel dostum.
Döktüğün gözyaşı ile ortada piç gibi kala kalıyorsun. Bırak onlar senin gibi
birini kaybettikleri için üzülsünler asıl. Seni kaybeden çok şey kaybetmiştir.
Kolay değil bu zamanda senin gibi birini bulmak. Bulunca da pamuklara sarıp
sarmalamak, orada korumak lazım seni. Ben bunu senle yaşayarak öğrendim ve daha
da öğrenmeye devam edeceğim.
Biliyorum şu an her zamankinden daha ürkek ve kırılgansın
hayata karşı. Korkuyorsun bir şey olacak diye bu da gayet doğal kardeşim. Ama
korkma benim güzel kardeşim korkma. Biz sevdiklerin, hepimiz senin yanındayız.
Fiziksel olarak yanında olamadığımız zamanlarda bile biliyorsun ki biz oralarda
bir yerlerdeyiz. Kalbinin en derin yerlerinde.
Bunu ben yazmış olsam da Fatih, Necla, Ecem, Zuhal, Özkan Abi, Görkem, Birkan ve nicelerinin eminim ki senin ile ilgili duygu ve düşünceleri bu şekildedir. Ondan dolayı bunu hepimizden bir geçmiş olsun yazısı olarak kabul et benim dünyalar güzeli kardeşim. Hep iyi ol, Hep iyi kal. Seni çok seviyoruz. En kısa sürede aramıza dönmen dileği ile.
Yoruldum çok yoruldum. Özellikle son bir iki aydır olan
koşuşturma beni çok yordu. Hem ruhen hem de bedenen. Aslına bakarsanız ruhen
yorulmak o kadar koymuyor bana da bedenen yorulmak koyuyor artık yavaş yavaş. eee yaş oldu 34 yolun yarısına geldik bile çoktan. Bakmayın 34 olduğuma
kendimden gençlere taş çıkartırım halaJ ama biraz en azından bir ay dinlenmenin vakti geldi de geçiyor bile. Hele de
sevmediğim şu yaz ayları başlamış iken bir ay dinlenmek çok iyi gelecek bana. Dinlenmek
derken tatilden falan söz etmiyorum. Beni bilen bilir yaz ayları dediğimiz o
ismini anmak istemediğim, sıcaktan kavrulduğumuz bir de benim gibi kilolu iseniz
her daim ter içinde kaldığınız zamanlar hiç de bana göre değil. Ben yağmur, kar
kış seviyorum arkadaş ne yapayımJ
Son birkaç aydır o mekân senin, bu içki benim derken demin de
dediğim gibi vücut hali ile yorgun düşüyor. eee buna bir de iş hayatı eklenince
yavaş yavaş mavi ekran vermeye başladık. Yorgun düşmenin yanında bir de
sevdiğin şeylerden uzak kalıyorsun. Tamam dostlarla olmak, eğlenmek, vakit
geçirmek güzel de bir yandan da hayatı boş geçmemek lazım. Okumak, yazmak,
çizmek, öğrenmek ve kendini geliştirmek. Böylece hem beden dinlenecek
hem de ruhum doyacak. Tabi arada bir rakı yaparız ama sadece o kadar o da bir en fazla iki kere. Özler misiniz? Onu ben bilemem artık ama pek de sevilen bir karakter değilimdir J
Peki, şimdi ne yapacağız??
Okumam gereken çok kitap birikti. Öncelikli hedefim onlar. Peki,
neler okuyacağız?? Gabriel García Márquez’in "Yüzyıllık Yalnızlık" kitabı ile
yavaş yavaş keşfetmeye başlayacağız tarihin her döneminde yalnız kalmış, sömürülmüş
Güney Amerika kıtasını. Ardından Eduardo Galeano'nun "Latin Amerika'nın Kesik
Damarları" ile kıtanın bugüne kadar neler yaşadığını, hangi kirli oyunlara sahne
olduğunu öğreneceğiz. En sonunda da Güney Amerika dendi mi ilk akla gelen isim
olan Che Guevara ile motorsikletimize atlayıp Güney Amerika’yı dolaşacağız baştan başa. Tabi bu arada yanımızda Alberto Granado da olacak;) Kim demiş gezmek zengin işi
diyeJ
Bu arada okuduğum dergiler var onları da unutmamak lazım. İki-üç ay önce kendi kendime dergi okuma alışkanlığı kazanacağım dedikten sonra önce
Türkiye’nin ilk bisiklet dergisi Cyclist Türkiye'nin ardından da "Düşünen Spor Dergisi" Socrates’in çıkması tamamen benim şansımdı J
Cyclist Türkiye’nin 3. Sayısı ile pelatonun yaramaz çocuğu Peter Sagan ile yollara
düşüp, Socrates dergi ile yine sporda orgazmın doruklarına varacağız. Socrates
aslında çok tehlikeli bir dergi J
Şöyle ki, bir konu hakkında yazılmış yazı öyle güzel ve iyi yazılmış ki yazının
konusu hakkında daha fazla şey okuyup öğrenmek istiyorsunuz. Sanırım bundan
dolayı dergiye "Düşünen Spor Dergisi" diyorlar.
İzlemem gereken bir sürü ama bir sürü film birikti. Hem bir
iki ay önce gösterime girmiş, hem de daha önce izlemediğim ama ben bunu neden
izlememişim dediğim bir sürü filmi izleyeceğim bu arada. Filmlerin yanı sıra
izlemem gereken birçok da belgesel var. Muhammed Ali ile ringlere çıkarken bir
yandan da Formula 1’in efsane ismi Senna ile gaza basacağız.
Bu arada tabi izinli günlerimde bitene kadar hiçbir etabını
kaçırmayacağım Giro d’İtalia var. Caner Eler, İnan Özdemir ve Sarper Günsal
sadece bu adamların muhabbeti için bile izlemek ayrı bir keyifli. Tabi bu arada
Fransa Açık yani namı diğer Roland Garros da başlamış olacak. Umarım Eurosport
bunun ayarını iyi bir şekilde yapar…
Gördüğünüz gibi spor, hayatımda çok ama çok önemli bir
yerde. Ondan dolayı spor hakkında daha çok okumam, izlemem ve nihayetinde
öğrenmem gereken çok şey var. Bundan dolayı aralarda vakit bulur isem eski ve
efsane olmuş basketbol ve futbol maçlarını da youtube’dan bulduğum kadar ile izleyeceğim.
Bu arada 6 Hazirandaki Şampiyonlar Ligi finalini de es geçmeyelim. Herkesin
aksine ben Juventus’un bir sürprize imza atacağına inanan kesimdenim. Bakalım
haklı mı çıkacağız yanılacak mıyız ilerde göreceğiz. Tabi unutmadan, uzun bir süre sonra bu sezon NBA Final serisini de izlemek istiyorum ama uykusuzluğa dayanabilirsek J Dayanırız be biz ki
Chicago Bulls – Utah Jazz serisinin her maçını izlemiş adamlarız tabi ufak bir
fark ile o zamanlar lisedeydik J
Şimdi diyeceksiniz eee bunlardan bize ne, neden yazıyorsun
bunları hadi sen utanmadın yazdın da biz neden okuyalım. Bilmiyorum sadece
içimden yazmak ve bu yazıyı okuyacak insanlar ile paylaşmak geldi. Paylaşmak
güzeldir be dostlar. Ne yapaydım bir kamyon dolusu para verip psikoloğa mı
gideydim. Onun yerine daha ucuz bir yöntem olan sizlere anlatıyorum işte. Artık
teşhisi siz korsunuz J
İslam Çupi: "Formanı sırtına, pabuçlarını ayaklarına
geçirdiğinde ilk hissettiğin şey ne idi?"
Lefter: "Kazanmak... Fenerbahçe taraftarını mesut
etmek..."
Kendimi bildim bileli, hatta daha kendimi bilmeden babamla
beraber senelerce Fenerbahçe maçlarına gittim geldim. Hiçbir taraftar grubuna
üye olmadım, olmam da ama karşı da değilimdir. Neyse uzatmayalım bu sezon
passolig uygulamasından dolayı normal maçları arkadaşlar ile beraber, derbi
maçları ise evde tek başına (annemle) izliyorum. Açıkçası son zamanlarda
oynadığımız kötü futboldan dolayı (Galatasaray maçını saymıyorum. Farklı
motivasyon) Beşiktaş maçını öyle bir derbi havasında değil de sıradan bir maç
gibi izlemeye başladım. Tıpkı içimdeki umutsuzluk adeta sahaya yansımış
gibiydi. Sanki Beşiktaş değil de biz iki gün önce Avrupa maçı oynamış ve
yorgunmuşuz gibi ortalarda dolaşıyorduk. Ben de sessiz sakin maçımı izliyordum
taa ki Emenike’nin (hayır gol kaçırdığı pozisyon değil) formasını çıkardığı
pozisyona kadar. Emenike'nin golü kaçırmasının ardından birkaç küfür salladım
ama sadece o kadar. Ardından Emenike’nin yaptıkları malum. Beni değiştirin
işareti yapmasına bile sesim çıkmaz iken Fenerbahçe formasını sırtından
çıkarması ile kendimi kaybetmem aynı ana denk geldi. Ettiğim küfürün haddi hesabı
yokken ellerimin ve sesimin titriyordu. İsmail Kartal Emenike’yi oyundan almadı
ama annem o an için en doğru şeyi yaparak televizyonu kapatmıştı. Maçın
yaklaşık 50. dakikasına kadar ben de açmadım. Çünkü sinirim ve öfkem geçmek
bilmiyordu. Çok duygusal çocuğum bana sahip çıkın;)
2010-11 sezonun en çok konuşulan isimlerinden biri olan
Karabüksporlu Emmanuel Emenike Spor Toto Süper Lig’in bitiminin hemen ardından
gösterdiği iyi performans ile Fenerbahçe ile 4 yıllık sözleşme imzalamıştı.
Malumunuz üzere yaşanan 3 Temmuz süreci ile ifadesi alınan ve daha sonra
serbest bırakılan Emenilke, bu olaylar dolayısıyla Türkiye'de kalmak istemedi
ve ayrılmak istediğini yönetime iletti. Bunun üzerine de Emenike 28 Temmuz
2011'de Rusya'nın Spartak Moskova takımına 10 milyon Euro’ya satıldı.Ve
Fenerbahçe taraftarını için de 2 senelik bir uhde başladı.
Emenike’nin Spatak Moskova’da oynadığı dönemde hepimizin de
hatırladığı gibi Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi Ön Eleme eşleşmesinde İstanbul’da
oynanan maçta Fenerbahçe’ye gol atmasına rağmen gelip Aykut Kocaman’ın elini
öpmesi ile Emenike bir kez daha taraftarın gönlünü kazanmıştı. (Bu çocuk bizden biriydi)
Fenerbahçe forvetlerinin her kaçırdığı gol sonrası yaklaşık
2 senelik bir “Ah Emenike olsa burada atardı” sezonunun ardından Fenerbahçe
yönetimi Spartak Moskova ile anlaşarak taraftarın içindeki uhdeyi dindirmeyi
başardı. 9 Milyona Karabük’ten alınan ardından 10 milyona Spartak Moskova’ya
satılan Emenike 2 yıl aranın ardından 13 milyona Fenerbahçe’ye transfer olurken
kulüp bu transferden yaklaşık 3 milyon zarar etmesine rağmen Emenike’nin
Fenerbahçe’de olması her şeyden önemli idi.
Fenerbahçe ile ilk sezonunda 12 gole imza atan ve ilk senesinde şampiyonluk yaşayan Emenike bu sezon lige istediği gibi başlayamadı. Spor Toto Süper Lig'in 25. haftasını geride kalır iken Emenike şu an ligde sadece dört (4) gol atabildi. Olabilir kötü bir dönem yaşıyordur (Hayırlı bir kısmet bulsak belki olacak bu iş), orta saha onu yeterince beslemiyordur veya yanlış yerde oynatılıyor olabilir. Bunlar futbolun teknik taktik detayları. Burada bundan söz etmeyeceğiz. Zaten bu konuyu benden değil işin ehlilerinden okumanızı tavsiye ederim. Burada bahsedeceğimiz herkesin bildiği gibi Beşitaş maçında çocuğumuzun sergilediği tavırlar. Bunun için ise biraz nostalji yaparak, örnekler vererek durumu inceleyelim.
İslam Çupi: “Öf be! Yeter artık bu forma benim sırtımı
sıktı” dediğin bir an oldu mu?
Lefter: Ben, Fenerbahçe formasını sırtımda değil, başımda
taşıdım. Ben, Fenerbahçe formasını her zaman "Tanrı uzun ömürler
versin" aşkı ve anlayışı içinde giydim.
Ki sen daha bu formayı kaç kere sırtında taşıdın da artık
sıkıldın be Emenike...
Sen o formayı sadece sırtından çıkarmadın Emenike bunla
beraber sırtını da Fenerbahçe taraftarına döndün. Bu takımdan kimler geldi
kimler geçti. Farz-ı misal Guiza. İspanya’dan gol kralı olarak gelip oynadığı
dönem içinde çıktığı 62 Süper Lig maçında sadece 23 gol atabilen Guiza asla o
formayı sırtından çıkarmadı ve o sahayı terk etmek istemedi. Belki maç içinde istemiş olabilir, içinden geçmiştir bunu bilemeyiz ama asla eyleme geçirmedi.
Her ne kadar oynadığı dönemde pek başarılı olamasa da hala
Fenerbahçe taraftarının ismi anıldığında yüzünü gülümsetir. Özellikle Bucaspor
maçında attığı galibiyet golünden sonra salya sümük ağlaması hala akıllardadır.
Ama sen o şansını bile o formayı sırtından çıkararak
yitirdin Emenike. Burada taraftarın kendi oyuncusunu maç oynanır iken ıslıklaması
konusuna hiç girmeyeceğim çünkü bu tamam ile farklı bir konu. Tek diyeceğim şey
maç esnasında azımdan çıkan şu cümledir “ Bu ıslıklar sadece şu kaçırdığı
pozisyon için değil, her şeyin birikmesi ve patlamasıdır” Islıklama konusu
hazır açılmış iken bu takımın Lefter'den sonraki en büyük efsanesi Alex bile
ıslıklandı o sahada Emenike efendi. Sen kimsin ki o ıslıklamaları
kaldıramıyorsun. Sözleşme imzalar iken ne kadar profesyonel oluyor bu
futbolcular ama söz sahada o sözleşmenin hakkını vermeye geldiğinde ise hemen
duygusal çocuk kimliğine bürünüyorlar. Dua et burada sadece ıslıklanıyorsun, Bundesliga’da olsan herhalde şimdiye kadar intihar etmiştin.
Islıklardan dolayı rahatsız olmuşsunuzdur tamam haklısın
diyelim ki işin gereği bana göre hiçbir hakkın yok ama formayı çıkarıp sahayı
ter etmek nedir arkadaş biri bana açıklasın lütfen. Sen kim oluyorsun ki teknik
direktörün seni oyundan almadan oyundan çıkmaya çalışıyorsun. Burada tabi ki
İsmail Kartal’ı eleştirmeden geçmek Emenike’ye açıkçası haksızlık olur diye
düşünüyorum. Emenike’yi kazanmak istiyorsun hocam bunu anladık da bu kadar
ısrar niye? Adirana Lima'ya karşı bu kadar ısrarcı olsam herhalde bir akşam
yemeğini hak ederdim ama olmuyor işte hocam görmüyor musun? Bir oyuncuyu
kazanmanın tek yöntemi illa ilk 11 çıkarmak mı hocam? Bugün Manchester United’da oynayan Radamel Falcao’nun piyasa değeri 45 milyon Euro, Liverpool’da
oynayan Mario Balotelli’nin ise 27 milyon Euro, Emenike’nin ise 12. Piyasa
değerini geçtim ismen daha büyük bu iki oyuncu yeri geldiğinde yedek otururken
Emenike neden oturmaz. Şöyle bir şey hayal edelim. Beşiktaş maçı 0-0 devam
ediyor ve Emenike kenarda. Dakikalar 70’i gösterdiğinde oyuna giren Emenike
90’da Fenerbahçe'nin galibiyet golünü atıyor. Bu sezon şu ana kadar oynanan 25
maçta sadece 4 gol atması falan kimsenin umunda olmazdı. O golün ardından ne
akıllarda daha önce kaçırdığı net gol fırsatları kalırdı ne de başka bir şey.
Böylece sadece maçı kazanmak ile kalmaz Emenike’yi de kazanmış olurdun. Not:
Şimdi çıkıp biri İsmail Kartal’ı neden suçluyorsun, 11’i başkan yapıyor ve o
nasıl isterse İsmail Kartal’da takımı öyle oynatıyor derse kaale almam. Çünkü
bir takımın sahaya çıkacak 11’ini teknik direktör yapar ve onun dediği taktik
ile oynanır. Öyle olur di mi ben yanlış bilmiyorum??
Duygusal Çocuk
Pardon anlamadım? Öncelikle şunda
anlaşalım futbol oynamak
futbolcunun iş dir ve bundan da normal
bir işde çalışan insandan kat kat fazla para kazanırlar değil mi? Hadi bakalım
ben de yarın öbür gün işe gittiğimde ve müşteri ile bire bir temas halinde iken
birden sinirlenip bağırıp çağırayım ardından da iş yerimi terk edeyim bakalım
şirketim “Duygusal çocuktur olur böyle şeyler” der mi yoksa 2 dakika içinde
beni susuz sabunsuz kapının önüne kor mu? Sadece futbol değil sporun neredeyse
her dalında, her sporcuda duygusallık vardır. Örnek verecek olursak Mirsad
Türkcan şakağından kanlar akarken halen parkede olmak istemesi duygusallıktır,
Emenike’nin yaptığı değil… Tabi ki biz nasıl her iş günü %100 kapasite ile
çalışamıyorsak, bizim de problemlerimiz varsa ve az da olsa bunu işde iken bile
dışarıya yansıtıyorsak futbolcuların da bu hakkı vardır. Vardır ama nereye
kadar? Maç esnasında formayı çıkarıp gitmeye kadar mı? Eğer cevabınız “Evet”
ise bu hakkı o oyuncuya kim veriyor bana bir açıklar mısınız? Eğer sen maç
esnasında ki bu da bir derbi maçı ise ve sen o formayı çıkarıp gitmek
istiyorsan sana normalde “Güle Güle” denmesi lazım. Deniyor mu peki?
Haddimiz olmadan yukarıdaki son cümlemizi buradan bağlayarak
devam edelim ve konuya noktayı koyalım... (Benim için sözleşmesi fesih edildiği gün konu kapanmış olur) Dün tr.eurosport.com da okuduğum haber aynen şöyle idi.
Fenerbahçe Başkanı’nın karşısında bacak bacak üstüne attı
diye sinirden yerinde duramayan başkana ne oldu? Formayı çıkarıp sahayı ter etmek istemesi
Fenerbahçe teknik direktörüne hakaret değil midir Başkanım? O formayı onla
beraber o anda sahada terleten takım arkadaşlarına, bu formayı daha önce giymiş
Fenerbahçe futbolcularına, Fenerbahçe taraftarına, Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçe üzerinden
sana da hakaret değil midir başkanım?