22 Ağustos 2013 Perşembe

Fenerbahçe, Üzüntü, Kırgınlık...


Nereden başlasam, ne yazsam inanın bilmiyorum. Maçın bitiş düdüğünün üstünden yaklaşık 16 saat geçmesine rağmen ben hala o çimlerdeyim...

Diyerek yazımıza başlamıştık Pazar günü öğleden sonra. Ardından kendi kendime yazmayayım bırak Püzant takımın Çarşamba günü çok çok daha önemli bir maçı var orada gösterirler gerçek güçlerini diye ama nerede. Bırakın gerçek güçlerini göstermeyi sahada mücadele eden, skora tepki gösteren, "lan Biz Fenerbahçeyiz" diyen tek bir adam bile yoktu neredeyse. Benim dün akşam 75 dakika izlediğim takım için ben kimse kusura bakmasın ama "Benim Fenerbahçem" diyebileceğim bir takım değil adeta ortalarda dolaşan insan kalabalığından başka bir şey değildi. Evet, 75 dakika izledim maçı yanlış okumadınız maalesef. 32 yaşındayım rahmetli babamın beni ilk maça götürdüğü günden beri tribünlerde çoğu zaman yerimizi aldık ama dün hayatımda ilk kez son düdük çalmadan mabedi terk ettim. Terk ettim çünkü o an dayanamadım. Sinirlenip küfür etmek, kendi kendimi harap etmek yerine sessiz ve sakince stadı terk ettim.

Oysa her şey ne kadar da güzel başlamıştı. Tamam, hafta sonu yaşadığımız Konya maçının ardından normal olarak Arsenal karşısında pek de umutlu olmamak lazımdı ama insanın içi el vermiyor umutsuzluğa kapılmaya. Özellikle ilk yarının 10 dakikası rakibin tek kale oynaması canımızı biraz sıkmış olsa da daha sonra pek de bir şey oynamamıza rağmen maçı biraz da olsa dengeleyebildik. Tabi ki burada teknik - taktik analize girmeyeceğim onu benden çok daha iyi yapan arkadaşlar var. İkinci yarı ise gol için biraz da olsa bastırmaya başlayınca arkamı dönüp arkadaşıma "Çok da havaya girmemek lazım" dememin ardından şom ağzıma diyerek ilk golü yedik. 64. dakikada ise Ramsey'in ayağından gelen golün arından 64 dakika ayakta olan ben önümdeki boş koltuğa çökerek maçı takip etmeye başladım. İçimden kalkıp gitmek gelmesine rağmen inanın bunu kendime yakıştıramadığım için yapmadım. O an Fenerbahçe pozisyonlar yakalamasına rağmen benim içimde ne bir heves ne de bir umut kalmadığı için ne ayağa kalkıyordum ne de başka bir şey. Başımı önümdeki demirlere dayamış maçı izlerken tek gördüğüm Arsenal kalecisi Szczesny, tek duyduğum ise  ahlar vahlar idi. Bir an gözlerim doldu. Kaç yaşında adamım utanmasam o kadar kişinin içinde oturup ağlayacaktım. Kendi kendime 10 dakika boyunca "Kalk Püzant" dememe rağmen yapamadım ta ki bir başka tribünde oturan arkadaşımdan gelen "Çıkalım mı?" mesajına kadar. Biliyorum ki O da ikinci golden sonra kalkmak istemiş ama benim gibi kendine yediremediğinden kalmamıştı. O benden biraz daha cesaretli çıktı ve bana mesajı attı ve ben de tamam kardeşim geliyorum dedim ve stadı penaltı atılırken terk ettim.

Kaç saat geçti maçın ardından hala zoruma gidiyor hala dargınım Fenerbahçeme. Daha doğrusu o formayı giyen ama maalesef o formanın ağırlığını taşıyamayan futbolcularımıza. 3-0 yenilebilirsin, 5-0 yenilebilirsin bunları sorun yapsaydık zaten Fenerbahçeli olmazdık ama bugün benim gibi takıma kızan, sinirlenen herkesin ortak noktası skor değil. Hepimizin sinirlendiği nokta takımın bu kadar ruhsuz oluşu. Sahada ne mücadele var, ne istek var ne de arzu. Tek istediğimiz şey koşun, mücadele edin, o formaya terinizi akıtın hatta yeri geldiğinde rakibe sert dalın ama bir şeyler yapın.

Hala içim acıyor. Aklıma geldikçe sinirleniyorum. Kimsenin ama kimsenin Fenerbahçe'yi bu hale sokmaya hakkı yok. Biz takımımıza en kötü günlerinde desteğimizi verdik, marşta da dediği gibi "Çünkü Biz Fenerbahçeliyiz" ama biraz da artık takımın taraftara destek olması lazım değil mi? Biraz yüzümüzün gülmesi çok mu fazla? Ben maçtan geliyorum, kendime şöyle bir bakıyorum hayvan gibi terlemişim, sesim gitmiş, tüm günün yorgunluğu vs. vs. ama takım ne yapıyor 90 dakika mücadeleyi bize fazla görüyor.

Bırakın Arsenal'i, rakibin Barcelona da olabilir Real de Bayern de ama sen Fenerbahçe isen herkese karşı aynı ciddiyet ile aynı mücadele ruhu ile oynaman lazım. Ben burada çıkıp demiyorum 90 dakika aynı tempo ile muhteşem oynayın. Hatta teknik - taktik olarak da kötü olabilirsiniz buna herkesin bir nebze tahammülü vardır ama bu şekilde isteksiz ve ruhsuz oynarsanız herkes size tepkinizi kor. Yukarıda da dediğim gibi ben bağırayım, ben çağırayım, ben ter dökeyim ama siz hiçbir şey yapmayın yok öyle güzel dünya beyler kusura bakmayın ama yok.

Yazımızın başında ben o çimlerdeydim diye başlamıştık bugün ise beni ve benim gibi çok kişiyi o çimlere gömdünüz. Emeği geçen herkese tek tek teşekkürler...




Püzant YÜCECAN







7 Ağustos 2013 Çarşamba

Fenerbahçe - Red Bull Salzburg: 3-1 UEFA Şampiyonlar Ligi 3. Ön Eleme Turu 2. Maçı


Fenerbahçemiz, Şampiyonlar Ligi 3.Ön Eleme Turu rövanş maçında Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Red Bull Salzburg ile karşılaştı. 1-1 eşitlikle biten ilk maçın rövanşında İstanbul’da Avusturya ekibini 3-1’le geçen takımımız adını Play Off’a yazdırdı.  Fenerbahçemize galibiyeti getiren golleri; 8. dakikada Raul Meireles, 17. dakikada Moussa Sow ile 34. dakikada Pierre Webo kaydederken, rakip takımın tek golü ise 4.dakikada Sariano’dan geldi.

FENERBAHÇE: 3 - RED BULL SALZBURG: 1

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Pawel Gil, Piotr Sadczuk, Marcin Borkowski (Polonya)

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Mehmet Topuz, Yobo, Alves, Kadlec, Kuyt (Dk. 77 Caner Erkin), Mehmet Topal (Dk. 88 Selçuk Şahin), Meireles (Dk. 44 Alper Potuk), Cristian, Sow, Webo

Red Bull Salzburg: Gulacsi, Klein, Ramalho, Hinteregger, Ulmer, Kampl, Meilinger (Dk. 55 Jantscher), Ilsanver, Alan (Dk. 79 Hierlaender), Mane, Soriano

Goller: Dk. 4 Soriano (Red Bull Salzburg), Dk. 8 Meireles, Dk. 17 Sow, Dk. 34 Webo (Fenerbahçe)

Sarı Kartlar: Dk. 25 Alan, Dk. 70 Mane, Ramalho (Red Bull Salzburg), Dk. 65 Alper Potuk (Fenerbahçe)

Fenerbahçe
Salzburg
3
Goals scored
1
8
Total attempts
25
3
Attempts on target
10
2
Attempts off target
6
3
Attempts blocked
9
0
Attempts against woodwork
0
2
Corners
7
0
Offsides
2
1
Yellow cards
3
0
Red Cards
0
19
Fouls committed
19
17
Fouls suffered
19




MAÇ SONRASI BLOG YAZILARI

Eleven Blog - Mustafa Uğur KARAYILMAZ  [MAÇ YAZISI] FENERBAHÇE 3-1 RED BULL SALZBURG


Noavas Blog - Fırat AKTAV Şampiyonlar Ligi 3. Ön Eleme Turu: Fenerbahçe - RB Salzburg: 3-1: İki farklı portre




MAÇIN ÖZETİ


ERSUN YANAL BASIN TOPLANTISI


RED BULL SALZBURG TEKNİK DİREKTÖRÜ Roger ROGER SCHMİDT BASIN TOPLANTISI

ERSUN YANAL RÖPORTAJ

DİRK KUYT RÖPORTAJ

VOLKAN DEMİREL RÖPORTAJ

PİERRE WEBO RÖPORTAJ


FBTV MAÇIN ARDINDAN PROGRAMI


MAÇIN YILDIZI VOLKAN DEMİREL

SIK BAKALIM SIK BAKALIM....


GAZETE MANŞETLERİ



Videolar için TRFenerMedya1907 ve fener bahce kullanıcılarına teşekkür ederiz....




Püzant YÜCECAN

Hayatımın Anlamları...


Genelde blogu takip edenler bilir, ben burada genelde futbol, basketbol, sinema arada da siyaset ve bilgi dağarcığıma ekledikçe bisiklet sporu yazarım. Çok nadirdir burada özel hayatım ile ilgili bir şeyler karalamam. Sadece bir kaç dostuma doğum günlerini kutlamak amacı ile ve biraz da değişiklik olsun diye buradan onlara ithafen birkaç yazı kaleme almıştık. Bugün biraz daha özele ineceğiz.

32 yaşındayım annemi saymaz isek hayatıma giren ve benim için "Hayatımın Anlamları" olan 2 kadını anlatacağım. Şimdi bana ne diyebilirsiniz gayet de normal. Bu biraz da benim iç dökme yazım olacak. Psikolog yerine yazmak hem daha iyi hem de bedava:))

Anlatacağım kadınlardan ilki Ayçe Yılmaz. Ayçe'nin benim için anlamı ve önemi çok ama çok farklı. Yanlış anlaşılmasın hiçbir zaman sevgili falan, olmadık olmayı da düşünmüyoruz zaten. Ha bugün evlenelim derse yok demem (yalan yok):)) ama evlilik ondan da geçti benden de:))  Aslında şimdi göz attım da Ayçe ile ilgili yeni bir şey yazmaya pek de gerek yok. Daha önce onun doğum gününü kutlar iken şöyle bir şeyler yazmıştık;

"Dile kolay 10 sene yazıyla da on sene olacak seninle arkadaşlıktan başlayıp dostluğa ve kardeşliğe uzanan bu yoldaki hikâyemiz. On sene önce bir tanıştık pir tanıştık senle. O gün hiç aklından geçer miydi acaba bu günlere geleceğimiz? Hiç düşünür müydün acaba böyle etle kemik olacağımızı? Benim geçmezdi ne yalan söyleyeyim... Gel gör ki o gün aklımdan bunlar geçmez iken şu an hayatımda sayabileceğim 2 kadından birisin... Hayatımdaki en özel kadınlar arasındaki yerini çoktan almışsın da ben bile farkında olmamışım. Telefonumdaki acil aramalarda hep ikinci sırada sen varsın o kadar yani:)))"

Ayçe'yi bu kadar özel kılan neydi peki?

Genelde yeni tanıştığım insanlara karşı her zaman bir mesafem olmuştur. Bu mesafeyi de kasten koyarım. Nedeni ise sevip sevemeyeceğimi bilmediğim bir insan ile hemen çok samimi olmak istemem. Hani şunu da diyim belki kendini beğenmişlik olarak algılayabilirsiniz sorun değil ama yeni tanıştığım birine önce benim bilgi birikimime sahip mi diye de bakarım açıkçası. Hatta beni yeni tanıyan insanların aklından ilk geçen şey "lan bu ne soğuk, ne kendini beğenmiş adam" olmuştur her zaman. Ki bunu daha sonraları samimi olduğum arkadaşlara hep sorduğumda "Evet aynen böyle düşündük" cevabını aldığımdan dolayı gayet iyi biliyorum. Hatta Ayçe'ye karşı da ilk görüştüğümüz zaman da böyle idim. Onu tanıya tanıya sevdim ve ardından bugünkü halimizi aldık:)) Peki yukarıda dediğim gibi fark nerede idi? Farkı şu şekilde açıklayabilirim. Ayçe'ye zaman içinde güvenip, onu hayatımın bir parçası yapmaya karar verdiğim günden itibaren kısacası ona yüreğimin kapılarını sonsuza kadar açtığım günden itibaren O yüreğimi aldı ve onun için ne kadar özel olduğunu anlatmaya başladı bana. Bir bakışı ile anlayabiliyordum artık bana ne kadar değer verdiğini, beni ne kadar çok sevdiğini. Onun diğerlerinden en büyük farkı ona açtığım yüreğimi o aldı ve hani nasıl bir muhabbet kuşunu elinize alırsınız da ona zarar gelmesin diye avuçlarınızı sıkmazsınız ya. İşte Ayçe de aynen öyle yaptı. Benim ona açtığım kalbimi O aldı pamuklara sardı. On sene içinde pek hatırlamam o avuçlarının içine aldığı kalbimi bir gün bile incittiğini, kırdığını.

Yukarıda dediğim gibi kimseye kapılarımı kolay kolay açmam. Hatta Ayçe hariç bugüne kadar kimseye de o kapıları sonuna kadar açmamışımdır. Ta ki birkaç ay önceye kadar. Bundan birkaç ay önce hayatıma Büşra Yüksel adından dünyalar güzeli, daha 22 yaşında kıpır kıpır, yerinde duramayan gencecik bir kız girdi. Şöyle diyim biri Büşra hakkında geçenlerde bana bir şey sorarken ismi aklına gelmeyince "Hani şu koşarak yürüyen kız var ya" diye anlatmaya çalıştı bana Büşra’yı:)) Benim de hiç anlamadığım bir şekilde ne yaptı ne etti ben daha farkına bile varmadan baktım ki Büşra hayatıma çoktan girivermiş. Hani bazı insanlar için "Gözlerinin içi gülüyor" dersiniz ya Büşra bunun en büyük örneğidir. Bir de o kadar güzel ki bir kez onu gördüğünüzde gözlerinizi kolay kolay ondan alamazsınız. Bir de o up uzun saçları yok mu:)) Neyse bu kadar övdüğümüz yeter:))

Bu inanın benim hiç ama hiç alışık olmadığım bir durumdu. Bundan dolayı şu anda biraz bocalıyorum. Herkese karşı ön yargılı olan ben hatta Ayçe'yi bile hayatıma yavaş yavaş alan ben birden Büşra'yı hayatımın en orta yerinde buldum. Sorun şu ki O hala bunun farkında değil. Belki biraz gençliğinin verdiği enerjiden belki de daha öğrenmesi gereken şeylerden dolayı ona açtığım, avuçlarının içine bıraktığım yüreğimi biraz acıtmaya başladı. İsteyerek yaptığını sanmıyorum belki farkında değilsin ama yüreğim acıyor Büşra ve üzülmemek için senden uzak duruyorum bu aralar. Ondan dolayıdır bir ay önceki halimizden farklı olarak bugün uzak düşmemiz. Bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama ne olursa olsun benim için hep çok ama çok özelsin. Sana daha önce de dediğim gibi; yarın öbür gün ayrı düşelim ne sen beni arar ne de ben seni ama bir gün gelip de "Püzant" dediğin an öleceğimi bilsem yanında olurum. Biliyorum yaşın daha 22 olmasına rağmen aslında nüfus yaşından daha büyüksün ama sana dikkat et dememin en büyük sebebi senin daha iyi olman içindir. Üzülmemen ve hayata karşı daha dirençli daha kuvvetli olmanı istememden dolayıdır. Sana kızmamın en büyük sebebi ise seni çok ama çok sevmemdendir. İnan seni sevmesem gram umurumda olmaz ne yaptığın ne ettiğin. Ama seni o kadar çok seviyorum ki ne üzülmeni istiyorum ne de başka bir şey. Ondan dolayı yakın olmasak da seni ne kadar çok sevdiğimi sana ne kadar değer verdiğimi asla ama asla unutma. Bir aşksın benim için bir sevgi hiç alışık olmadığım...




Püzant YÜCECAN






Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...