Bu hafta iyice tembelleştik ve yazımızı ancak bugün yazabiliyoruz:)) Bu hafta ağırlıklı olarak hatta ne ağırlığı sadece fantastik filmler izledim ki en sevdiğim türdür. Gerçek hayatla bağını koparmış filmler. Umarım keyif alırsınız. Şimdiden iyi seyirler.
Underworld: Awakening
"This is a new war and it's
only beginning."
Bu haftaki ilk filmimiz son
zamanlarda bana göre çekilmiş en iyi ve sağlam kurt adam vs vampir konulu
filmlerden olan Underworld serisinin son filmi Underworld: Awakening. Açıkçası
filmi uzun zamandır bekliyordum. Yukarda da dediğim gibi kurt adam, vampir
tarzı fantastik filmleri çok ama çok severim. Son zamanlarda çekilen bu tür
filmler arasında en iyisi Underworld dememde herhalde bir sakınca yoktur. Sabun
köpüğü filmlerin yanı sıra Twilight serisi de hiç ama hiç bana göre olmadı
olmayacak da ama Underworld tamamen farklı. Özellikle ilk iki film. Üçüncü
filmi her ne kadar çok kişi sevmediyse de (Kate Beckinsale'ın olmayışındandır
belki de:)) benim gene de hoşuma gitmişti. Underworld: Awakening ise açıkçası
serinin en az beğendiğim filmi oldu. Hatta pek de beğendiğim söylenemez.
Öncelikle filmin iyi yanlarından başlayalım. Görsellik ve aksiyon gene
yerinde idi filmde. Kate Beckinsale'a ise laf yok zaten laf edeni
döverler:)) Konu ise ilk üç filme göre biraz farklı. İlk üç filmde ağırlıklı
olarak vampirler ve lycnların çekişmeleri göz önünde iken bu filmde savaşa
insanlar da katılıyor. Bu tür seri filmlerinde arada değişiklik katmak iyidir.
Ayrıca filmdeki 1-2 sürpriz ise gayet hoş olmuş. Sizi bir konu hakkında çok iyi
bir şekilde ters köşeye yatırıyor film. Kötü yanlarına ise gelirsek. Çok büyük
beklentiler ile izledim filmi ama benim için özellikle seriye hayran biri
olarak biraz hayal kırıklığı oldu dersem yalan söylememiş olurum. Öncelikle
filmin süresi çok ama çok kısa. Bir futbol maçı bile 90 dakika iken 88
dakika nedir arkadaş. Serinin diğer filmlerindeki çizgiden çıkılmış bu
filmde. Sanki bir zombi filmi izliyormuşum havası vardı filmde. Filmin sonunda
ise beşinci filmin geleceğini anlıyoruz. Umarım bu filmden çok çok daha iyi bir
film olur. Eğer serinin hayranı iseniz zaten eliniz kolunuz mahkûm
izleyeceksiniz film yoksa hiç izlemeseniz de olur.
Captain America: The First Avenger
"Whatever happens tomorrow you must promise me one thing. That you will stay who you are. Not a perfect soldier, but a good man.
Bu haftanın diğer filmi ise
Captain America: The First Avenger. Beni bilen bilir Marvel'in her süper
kahramanı için çektiği her filmi izlerim hatta kayıtsız şartsız beğenirim. Dediğim
gibi fantastik dünyanın hayranıyım ve bu dünyanın lideri konumundaki Marvel ise
bu işi hakkıyla yapıyor. Filmin konusu ise isminden de anlaşılacağı üzere süper
kahramanların başı, ilk süper kahraman Kaptan Amerika'nın yaratılış hikâyesi ve
2. Dünya Savaşı sırasında Almanya'ya özellikle Red Skull'a karşı verdiği savaş.
Red Skull demişken normalde bu tür filmlerden ben kendi adıma pek oyunculuk
beklemem ama Johann Schmidt / Red Skull karakterini oynayan Hugo Weaving
rolünün hakkını vermiş cidden. Hugo Weaving'in yanında Howard Stark
rolünde de Dominic Cooper'ı gayet başarılı buldum ki Howard Stark karakterini
görmek benim için hoş bir sürpriz oldu. Filmin özelliklle ilk 45 dakikası bana
biraz değişik geldi. Konusu gereği ilk 45 dakika biraz ağır geçiyor.
Özellikle daha ilk dakikalarında aksiyon ile başlayan süper kahraman
filmlerinin aksine hikâye gereği bu 45 dakikada küçük güçsüz bir adamın
inançları ve doğruları kapsamında nasıl Kaptan Amerika'ya dönüştüğünü bize
eğlenceli bir şekilde anlatıyor film. Bundan sonrası ise klasik Hollywood aksiyon
filmi. Görsel efektler, aksiyon, teknolojinin dibine kadar kullanılması olsun her
şey vardı filmde. Hani konu basitti, çok yüzeyseldi, pek oyunculuk yoktu
gibi konulara asla girmem bu tarz filmlerde. Çünkü b tarz filmlerde genelde bu
tür şeyler olmaz. Gerek de yok açıkçası. Eğer Marvel ve onun süper
kahramanlarını seviyorsanız bu filmi de mutlaka izlemenizi tavsiye
ederim. Filmin sonunda Nick Fury'i (Samuel L. Jackson) görmek hoş olsa da
asıl film bittikten sonra The Avengers'ın trailerının girmesi çok daha
hoştu.
Gelelim son filmimize. Uzun zamandır izlemek istediğim fakat cesaretimi bir türlü toplayamayıp izlemediğim filme. Aslında filmler desek daha doğru olur. Harry Potter and Deathly Hallows Part 1 ve Part 2. Burada bir arada yazacağım iki filmi de. Öncelikle şunu belirteyim ki sıkı bir Harry Potter hayranıyımdır. Serinin ilk kitabından son kitabına kadar okumuşluğum ve filmlerini izlemişliğim vardır. En başta dediğim gibi iki filmi de izlemeye pek cesaret edemememin sebebi tamamıyla serinin 6.filmi olan Harry Potter and the Half-Blood Prince dir. O kadar berbat, kitapla alakası olmayan bir filmdi ki izledikten sonra adeta çılgına dönmüştüm. David Yates bildiğin "bu kitap olmamış ben filmin çekiminde yeniden yazayım" dermişçesine çıkarmalar yapmayı bir kenara bırakın filme kendinden abuk sabuk eklemeler yapmıştı. Özellikle Dumbledor'un ölüm sahnesi. Tamamen bir fiyasko idi. Bir efsanenin ölümünü bu kadar basit anlatabilmek kolay olmasa gerek. Aslında son kitabın 2 film olarak çekileceğini duyduğumda herhalde yönetmen bu sefer bu tür abzürtlüklere kaçmadan rahat rahat filmi çeker demiştim ama gene olmamış maalesef. Öncelikle hadi ilk part neyse de 2. part daha uzun olamaz mıydı?? En azından 130 dakikadan daha uzun?? Gayet rahat olurdu ve kitabın hayranları da hiçbir şekilde sıkılmadan izlerdi ama yönetmen bunun yerine kitabı adeta başlıklar halinde çekmiş. Lord of The Rings serisinin de kitapları gayet Mükremin Abi'nin tabiriyle "Kalın Kitaplar"dı ama işte Peter Jackson farkı. Adam kitaptan nereleri çıkaracağını, nereleri vurgulaması gerektiğini gayet iyi bilirken Yates'de bu özellik maalesef yok. Peter Jackson'nın tam tersine özellikle Half-Blood Prince'de yaptığı gibi bu filmde de hikâyeyi nefes nefese bir hale sokmuş.
Harry Potter and The Deathly
Hallows Part 1 - 2
"Only I can live forever…"
Gelelim son filmimize. Uzun zamandır izlemek istediğim fakat cesaretimi bir türlü toplayamayıp izlemediğim filme. Aslında filmler desek daha doğru olur. Harry Potter and Deathly Hallows Part 1 ve Part 2. Burada bir arada yazacağım iki filmi de. Öncelikle şunu belirteyim ki sıkı bir Harry Potter hayranıyımdır. Serinin ilk kitabından son kitabına kadar okumuşluğum ve filmlerini izlemişliğim vardır. En başta dediğim gibi iki filmi de izlemeye pek cesaret edemememin sebebi tamamıyla serinin 6.filmi olan Harry Potter and the Half-Blood Prince dir. O kadar berbat, kitapla alakası olmayan bir filmdi ki izledikten sonra adeta çılgına dönmüştüm. David Yates bildiğin "bu kitap olmamış ben filmin çekiminde yeniden yazayım" dermişçesine çıkarmalar yapmayı bir kenara bırakın filme kendinden abuk sabuk eklemeler yapmıştı. Özellikle Dumbledor'un ölüm sahnesi. Tamamen bir fiyasko idi. Bir efsanenin ölümünü bu kadar basit anlatabilmek kolay olmasa gerek. Aslında son kitabın 2 film olarak çekileceğini duyduğumda herhalde yönetmen bu sefer bu tür abzürtlüklere kaçmadan rahat rahat filmi çeker demiştim ama gene olmamış maalesef. Öncelikle hadi ilk part neyse de 2. part daha uzun olamaz mıydı?? En azından 130 dakikadan daha uzun?? Gayet rahat olurdu ve kitabın hayranları da hiçbir şekilde sıkılmadan izlerdi ama yönetmen bunun yerine kitabı adeta başlıklar halinde çekmiş. Lord of The Rings serisinin de kitapları gayet Mükremin Abi'nin tabiriyle "Kalın Kitaplar"dı ama işte Peter Jackson farkı. Adam kitaptan nereleri çıkaracağını, nereleri vurgulaması gerektiğini gayet iyi bilirken Yates'de bu özellik maalesef yok. Peter Jackson'nın tam tersine özellikle Half-Blood Prince'de yaptığı gibi bu filmde de hikâyeyi nefes nefese bir hale sokmuş.
Artık bir çocuk kitabı olmaktan
tamamen kurtulmuş, bir yetişkine hitap edebilme özelliği taşıyan serinin en
karanlık ve en kanlı kitabı. Aslında bu karanlık havayı iyi yansıtmış yönetmen.
En azından ilk filmde. İkinci film ise açıkçası cıvık bir Hollywood filmi
olmaktan öteye gidememiş. Özellikle Harry ve Voldemort'un son savaş sahnesi. Bu
kadar kötü çekilemezdi ki kitabı okuyalı uzun zaman olmasına rağmen böyle
olmadığını gayet net hatırlıyorum. Son kitapta Harry hortlukları yok etme
yolculuğu esnasında Dumbeldore ile ilgili bazı gerçekleri öğrenmesi sonucu
onunla, bu hayatta en çok sevdiği insanla arasına adeta kara kedi girmiştir.
Artık Dumbledor'a olan inancını kaybetmiş ve kendi içinde psikolojik bir savaş
vermeye başlamıştır. Fakat bunları filmde görebiliyor muyuz?? Maalesef...
Ki bence mutlaka eklenmeliydi filme bu durum. Filmi izlerken sigara molasında
Twitterda da yazmıştım "Eğer Severus Snap'in efsane olduğu sahne de düzgün
çekilmemiş ise filmin sonunu beklemeden kapatırım" diye neyse ki Snape'in
aslında nasıl bir insan olduğunu iyi bir şekilde anlatmış yönetmen. En azından
bunu başarabilmiş. (Gözlerin dolduğu sahneler) Yönetmenin filmde sevdiğim diğer yaptığı güzel bir şey ise
"Ölüm Yadigarları"nın ne olduğunun hikayesinin anlatıldığı sahneyi animasyon
şeklinde çekmiş olmasıydı. Filmin sonundaki 19 yıl sonrası sahnesi ise ciddiye
alınmadan çekilmiş bir sahne idi. İşin kısa özeti ise; tabi ki kitaba birebir
bağlı kalınarak film çekilemez ama sen son kitabı Part1 ve 2 diye bölüp bu
kadar önemli sahneleri kesip biçip boş sahnelere ayırırsan yani para için film
çekersen epik bir final olmanın kıyısına bile yaklaşamazsın. Kitabı okumayanlar için her iki film de güzel bir final olmasına rağmen kitabı okuyanlar için maalesef hayal kırıklığı olmaktan öteye gidememiş.
Not: Ralph Fiennes (Lord Voldemort) ve Alan Rickman (Professor Severus Snape) demek istiyorum:))
Not: Ralph Fiennes (Lord Voldemort) ve Alan Rickman (Professor Severus Snape) demek istiyorum:))
Harry Potter and The Deathly
Hallows Part 1
Harry Potter and The Deathly Hallows Part 2
Püzant YÜCECAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder