25 Mart 2012 Pazar

Bu Hafta Neler İzledim#4



Bu hafta iyice tembelleştik ve yazımızı ancak bugün yazabiliyoruz:)) Bu hafta ağırlıklı olarak hatta ne ağırlığı sadece fantastik filmler izledim ki en sevdiğim türdür. Gerçek hayatla bağını koparmış filmler. Umarım keyif alırsınız. Şimdiden iyi seyirler.



Underworld: Awakening 
"This is a new war and it's only beginning."

Bu haftaki ilk filmimiz son zamanlarda bana göre çekilmiş en iyi ve sağlam kurt adam vs vampir konulu filmlerden olan Underworld serisinin son filmi Underworld: Awakening. Açıkçası filmi uzun zamandır bekliyordum. Yukarda da dediğim gibi kurt adam, vampir tarzı fantastik filmleri çok ama çok severim. Son zamanlarda çekilen bu tür filmler arasında en iyisi Underworld dememde herhalde bir sakınca yoktur. Sabun köpüğü filmlerin yanı sıra Twilight serisi de hiç ama hiç bana göre olmadı olmayacak da ama Underworld tamamen farklı. Özellikle ilk iki film. Üçüncü filmi her ne kadar çok kişi sevmediyse de (Kate Beckinsale'ın olmayışındandır belki de:)) benim gene de hoşuma gitmişti. Underworld: Awakening ise açıkçası serinin en az beğendiğim filmi oldu. Hatta pek de beğendiğim söylenemez. Öncelikle filmin iyi yanlarından başlayalım. Görsellik ve aksiyon gene yerinde idi filmde. Kate Beckinsale'a ise laf yok zaten laf edeni döverler:)) Konu ise ilk üç filme göre biraz farklı. İlk üç filmde ağırlıklı olarak vampirler ve lycnların çekişmeleri göz önünde iken bu filmde savaşa insanlar da katılıyor. Bu tür seri filmlerinde arada değişiklik katmak iyidir. Ayrıca filmdeki 1-2 sürpriz ise gayet hoş olmuş. Sizi bir konu hakkında çok iyi bir şekilde ters köşeye yatırıyor film. Kötü yanlarına ise gelirsek. Çok büyük beklentiler ile izledim filmi ama benim için özellikle seriye hayran biri olarak biraz hayal kırıklığı oldu dersem yalan söylememiş olurum. Öncelikle filmin süresi çok ama çok kısa. Bir futbol maçı bile 90 dakika iken 88 dakika nedir arkadaş. Serinin diğer filmlerindeki çizgiden çıkılmış bu filmde. Sanki bir zombi filmi izliyormuşum havası vardı filmde. Filmin sonunda ise beşinci filmin geleceğini anlıyoruz. Umarım bu filmden çok çok daha iyi bir film olur. Eğer serinin hayranı iseniz zaten eliniz kolunuz mahkûm izleyeceksiniz film yoksa hiç izlemeseniz de olur. 



Captain America: The First Avenger 
"Whatever happens tomorrow you must promise me one thing. That you will stay who you are. Not a perfect soldier, but a good man.

Bu haftanın diğer filmi ise Captain America: The First Avenger. Beni bilen bilir Marvel'in her süper kahramanı için çektiği her filmi izlerim hatta kayıtsız şartsız beğenirim. Dediğim gibi fantastik dünyanın hayranıyım ve bu dünyanın lideri konumundaki Marvel ise bu işi hakkıyla yapıyor. Filmin konusu ise isminden de anlaşılacağı üzere süper kahramanların başı, ilk süper kahraman Kaptan Amerika'nın yaratılış hikâyesi ve 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya'ya özellikle Red Skull'a karşı verdiği savaş. Red Skull demişken normalde bu tür filmlerden ben kendi adıma pek oyunculuk beklemem ama Johann Schmidt / Red Skull karakterini oynayan Hugo Weaving rolünün hakkını vermiş cidden. Hugo Weaving'in yanında Howard Stark rolünde de Dominic Cooper'ı gayet başarılı buldum ki Howard Stark karakterini görmek benim için hoş bir sürpriz oldu. Filmin özelliklle ilk 45 dakikası bana biraz değişik geldi. Konusu gereği ilk 45 dakika biraz ağır geçiyor. Özellikle daha ilk dakikalarında aksiyon ile başlayan süper kahraman filmlerinin aksine hikâye gereği bu 45 dakikada küçük güçsüz bir adamın inançları ve doğruları kapsamında nasıl Kaptan Amerika'ya dönüştüğünü bize eğlenceli bir şekilde anlatıyor film. Bundan sonrası ise klasik Hollywood aksiyon filmi. Görsel efektler, aksiyon, teknolojinin dibine kadar kullanılması olsun her şey vardı filmde. Hani konu basitti, çok yüzeyseldi, pek oyunculuk yoktu gibi konulara asla girmem bu tarz filmlerde. Çünkü b tarz filmlerde genelde bu tür şeyler olmaz. Gerek de yok açıkçası. Eğer Marvel ve onun süper kahramanlarını seviyorsanız bu filmi de mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Filmin sonunda Nick Fury'i (Samuel L. Jackson) görmek hoş olsa da asıl film bittikten sonra The Avengers'ın trailerının girmesi çok daha hoştu. 




Harry Potter and The Deathly Hallows Part 1 - 2
"Only I can live forever…"

Gelelim son filmimize. Uzun zamandır izlemek istediğim fakat cesaretimi bir türlü toplayamayıp izlemediğim filme. Aslında filmler desek daha doğru olur. Harry Potter and Deathly Hallows Part 1 ve Part 2. Burada bir arada yazacağım iki filmi de. Öncelikle şunu belirteyim ki sıkı bir Harry Potter hayranıyımdır. Serinin ilk kitabından son kitabına kadar okumuşluğum ve filmlerini izlemişliğim vardır. En başta dediğim gibi iki filmi de izlemeye pek cesaret edemememin sebebi tamamıyla serinin 6.filmi olan Harry Potter and the Half-Blood Prince dir. O kadar berbat, kitapla alakası olmayan bir filmdi ki izledikten sonra adeta çılgına dönmüştüm. David Yates bildiğin "bu kitap olmamış ben filmin çekiminde yeniden yazayım" dermişçesine çıkarmalar yapmayı bir kenara bırakın filme kendinden abuk sabuk eklemeler yapmıştı. Özellikle Dumbledor'un ölüm sahnesi. Tamamen bir fiyasko idi. Bir efsanenin ölümünü bu kadar basit anlatabilmek kolay olmasa gerek. Aslında son kitabın 2 film olarak çekileceğini duyduğumda herhalde yönetmen bu sefer bu tür abzürtlüklere kaçmadan rahat rahat filmi çeker demiştim ama gene olmamış maalesef. Öncelikle hadi ilk part neyse de 2. part daha uzun olamaz mıydı?? En azından 130 dakikadan daha uzun?? Gayet rahat olurdu ve kitabın hayranları da hiçbir şekilde sıkılmadan izlerdi ama yönetmen bunun yerine kitabı adeta başlıklar halinde çekmiş. Lord of The Rings serisinin de kitapları gayet Mükremin Abi'nin tabiriyle "Kalın Kitaplar"dı ama işte Peter Jackson farkı. Adam kitaptan nereleri çıkaracağını, nereleri vurgulaması gerektiğini gayet iyi bilirken Yates'de bu özellik maalesef yok. Peter Jackson'nın tam tersine özellikle Half-Blood Prince'de yaptığı gibi bu filmde de hikâyeyi nefes nefese bir hale sokmuş. 
Artık bir çocuk kitabı olmaktan tamamen kurtulmuş, bir yetişkine hitap edebilme özelliği taşıyan serinin en karanlık ve en kanlı kitabı. Aslında bu karanlık havayı iyi yansıtmış yönetmen. En azından ilk filmde. İkinci film ise açıkçası cıvık bir Hollywood filmi olmaktan öteye gidememiş. Özellikle Harry ve Voldemort'un son savaş sahnesi. Bu kadar kötü çekilemezdi ki kitabı okuyalı uzun zaman olmasına rağmen böyle olmadığını gayet net hatırlıyorum. Son kitapta Harry hortlukları yok etme yolculuğu esnasında Dumbeldore ile ilgili bazı gerçekleri öğrenmesi sonucu onunla, bu hayatta en çok sevdiği insanla arasına adeta kara kedi girmiştir. Artık Dumbledor'a olan inancını kaybetmiş ve kendi içinde psikolojik bir savaş vermeye başlamıştır.  Fakat bunları filmde görebiliyor muyuz?? Maalesef... Ki bence mutlaka eklenmeliydi filme bu durum. Filmi izlerken sigara molasında Twitterda da yazmıştım "Eğer Severus Snap'in efsane olduğu sahne de düzgün çekilmemiş ise filmin sonunu beklemeden kapatırım" diye neyse ki Snape'in aslında nasıl bir insan olduğunu iyi bir şekilde anlatmış yönetmen. En azından bunu başarabilmiş. (Gözlerin dolduğu sahneler) Yönetmenin filmde sevdiğim diğer yaptığı güzel bir şey ise "Ölüm Yadigarları"nın ne olduğunun hikayesinin anlatıldığı sahneyi animasyon şeklinde çekmiş olmasıydı. Filmin sonundaki 19 yıl sonrası sahnesi ise ciddiye alınmadan çekilmiş bir sahne idi. İşin kısa özeti ise; tabi ki kitaba birebir bağlı kalınarak film çekilemez ama sen son kitabı Part1 ve 2 diye bölüp bu kadar önemli sahneleri kesip biçip boş sahnelere ayırırsan yani para için film çekersen epik bir final olmanın kıyısına bile yaklaşamazsın. Kitabı okumayanlar için her iki film de güzel bir final olmasına rağmen kitabı okuyanlar için maalesef hayal kırıklığı olmaktan öteye gidememiş.


Not: Ralph Fiennes (Lord Voldemort) ve Alan Rickman (Professor Severus Snape) demek istiyorum:))



Harry Potter and The Deathly Hallows Part 1

Harry Potter and The Deathly Hallows Part 2




Püzant YÜCECAN





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...