28 Ağustos 2012 Salı

FM 2012: İki Derbi...

Ligin ilk iki haftasında galibiyetle ayrıldığımız Bursaspor ve Ankaragücü maçlarının ardından takımda oluşan olumlu havayı fazla uzatmadan arka arkaya oynayacağımız iki derbi için hazırlıklara hemen başladık. Önce ligin 3. haftasında Şükrü Saracoğlu'nda ezeli rakibimiz Galatasaray ile ardından da İnönü deplasmanında Beşiktaş ile karşılaşacağız. Umarım puan kaybı yaşamadan bu iki haftayı en iyi şekilde atlatırız.


Ve nihayet maç günü geldi çattı. Kampa girdiğimiz Can Bartu tesislerimizden ayrılırken taraftarımız bizi yalnız bırakmadı ve takım otobüsüyle beraber stada kadar bize eşlik ettiler. Stada geldiğimizde ise yer yerinden oynuyordu adeta. Stadın çevresi ise adeta bir karnaval yeri gibiydi. Takımımla beraber soyunma odasında son taktikler verildi ve işte o an gelmişti. Maça iyi başlayan taraf olmamıza rağmen ilerleyen dakikalarda rakip oyunu dengede tutmaya başardı ve ilk yarı 0-0 bitti. Soyunma odasında özellikle kanat oyuncularım Stoch ve  Mehmet Topuz'a hücuma daha çok ağırlık vermeleri konusunda uyarıda bulundum. İkinci yarının hemen başında da sol kanattan Stoch'un ortasına iyi yükselen Moussa Sow'un kafa vuruşuyla 1-0 öne geçtik. Golün 2-3 dakika ardından rakipten Emmanuel Eboue'nin kırmızı kart görmesiyle rakip 10 kişi kaldı. Takımıma gol için daha çok yüklenmeleri için ufak bir taktik değişikliğine gitim. Biliyordum ki 2-0'ın dönüşü olmayacaktı Galatasaray için. Nitekim 77. dakikada sağ köşe gönderinden Kaptan Alex'in kullandığı köşe vuruşunda oluşan karambolde Baroni fırsatçılığını gösterip skoru 2-0'a getirmeyi başardı. Maçın son dakikalarında ise Orhan Şam'ın ara pasında Selçuk Şahin topu bekletmeden Moussa Sow'a verdi ve maçı 3-0 kazanmayı bildik.
Maçta 50.509 biletli seyirci ile Spor Toto Süper Lig rekoru da kırıldı.




Fenerbahçe - Galatasaray:3-0 .
Moussa Sow (48,30+1)
Cristian Baroni (77)             




   
Galatasaray derbisinde sakatlanan Gökhan Gönül'den gelen haberler çok da kötü olmasa da takımımızın doktoru Gary Lewin ile görüştüğümde Gökhan'nın Beşiktaş maçına yetişemeyeceğini ve sahalardan en az iki hafta uzak kalacağını söyledi. Bundan dolayı da haftanın ilk antrenman gününde Orhan Şam ile görüşerek hazır olmasını kendisine ilk 11'de görev vereceğimi söyledim.  Galibiyet beklediğimiz bir maçtı ama hücumda gerekli pozisyonları bulamayınca maalesef beraberlik ile yetinmek zorunda kaldık. Aslında maça pek de kötü başlamamıştık. Orta alanda önce dengeyi ardından da üstünlüğü sağlamamıza rağmen hücumda  bir türlü istediğimiz pozisyonları bulamadık. İlk yarıda Beşiktaş'ın defansif oyununu gördükten sonra ikinci yarının hemen başında takımın hücumda daha fazla etkili olabilmesi için stratejiyi overload yapmamız ve kanat oyuncularımızı değiştirmemize rağmen maalesef gol yollarında gene de etkili olamadık. Volkan'ın kurtardığı penaltı ise takımımız adına şanlı sayılabilecek bir andı. 


İlk dört haftayı kısaca değerlendirecek olursak takıma oynatmak istediğim sistemi yavaş yavaş takımıma oturtmaya başladım sayılır. İlerki günlerde daha iyi olacağımıza inanıyorum. İlk hafta Bursaspor ardından Ankaragücü deplasmanı, Galatasaray ve Beşiktaş derbileri oynadık. 4 maçta 3 galibiyet ve 1 beraberlik ile Süper Lig'de 10 puan ile lideriz. İlk dört haftada toplam 9 gol atarken kalemizde sadece 1 gol gördük.  Takımımızın en golcü oyuncusu ile 4 gol ile Moussa Sow oldu ilk dört haftanın sonunda.






Püzant YÜCECAN

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Milli Takım, İlkan Karaman ve Fenerbahçe


Milli Takım kampında kopan fırtınayı biliyorsunuz! "Çamur at, izi kalsın" mantığı ile ortaya bir iddia atıldı. Sonra iddia ortada kaldı. Kimse sahiplenmiyor, üstlenmiyor. Oysa Fenerbahçe taraftarı haklı olarak bu yaşananlara çok öfkeli ve açıklama bekliyor. Çeşitli platformlarda öfke yağıyor. Fenerbasket sitesinin konuyu unutturmaya hiç niyeti yok. Onlara hassasiyetleri için teşekkür ediyor ve yazdıklarını burada paylaşmayı vazife kabul ediyoruz!  İşte konuyla ilgili deklerasyonları:

Geçtiğimiz günlerde sosyal medya üzerinden yayılan "Galatasaray oyuncuları Milli Takım kampında Fenerbahçe tarafından ayartılıyor" söylentilerini, ortaya çıktığı günden itibaren takip etmekteyiz. 

İddiaları ortaya atan ve günlerdir arkasında duran kişilerin Milli Takım kampında ikamet etmedikleri bilindiğinden, bu bilgilere bir kaynaktan ulaştıkları sonucuna fazla zorlanmadan ulaşabiliyoruz. 

1. Farklı iletişim kanallarından tüm Milli Takım oyuncuları ve yetkilileri malum iddiayı yalanlıyor.

2. Konunun alevlenmesinde önemli pay sahibi şube yetkilsi 'yalnızca' "bana da dedikodular geliyor" diyerek konuyu geçiştiriyor ve daha da ilginci, bu kişi her yerde farklı demeçler veriyor.

3. Her şeyden önemlisi, kulüp yönetimi sessiz kalıyor ve Galatasaray Erkek Basketbol Takımı Antrenörü konuyla ilgili "asılsız spekülasyon" yakıştırması yapıyor.

Bütün bunlara rağmen iddialarının arkasında duranları, bildiklerini açıklamaya davet ediyoruz. Her şeyin yalan, herkesin yalancı, yalnızca kendi 'iddialar'ının net biçimde doğru olduğunu savunan ve bu 'doğru' üzerinden insanları ve kulüpleri karalayanlar bu açıklamayı, günlerdir kin ve nefret ile doldurdukları herkese borçludurlar. 

Bir oyuncunun köşeye çekilip "şuraya git" şeklinde zorlandığının iddia edilmesi, oyuncular arasında sıklıkla geçtiğini bildiğimiz masa başı, çay sohbeti tadında transfer veya takım sohbetlerinden farklıdır, farklı olmalıdır.

Bu iddialar, arkası "Tanjevic Göksenin'e az süre verdi" ya da "Furkan'ı çok az oynatıyor" kadar soyut verilerle doldurulamayacak kadar da ciddidir. Bu nedenle bilinenlerin açıklanması, o net doğrunun ortaya çıkarılması artık zorunluluk halini almıştır. 

Ortaya atılması için milli maçların bitmesi beklenmeyen (en iyimser bakışla, şu an yaşanan sessizliğin nedeninin Milli Takım'ın zarar görmemesi olduğunu varsayarak) bu olayda gerçeklerin ortaya konması için de maçların sonu, herhangi bir olay ya da tarih beklenmemelidir.

İşin bu boyutu bir yana, yakın geçmişte yaşanan bir olaydan hareketle hatırlatmak isteriz ki Fenerbahçe Basketbol Şubesi, sözleşmeler konusunda ezeli rakibine göre çok daha 'hassas' ve 'dikkatli'dir. Kulübüyle kapalı ve 'özel' olmayan, uzun süreli sözleşmeleri bulunan Göksenin Köksal ve Furkan Aldemir gibi oyuncuları ayartmaya yönelik efor sarf etmek, başka takımlara transferleri en nihayetinde kulüplerinin inisiyatifinde olduğundan, takdir edilecektir ki yersiz bir çaba olacaktır.

İlkan Karaman transferinde de yine benzer kesimlerce iddia edildiğinin aksine Fenerbahçe tarafı, herhangi bir noktayı gözden kaçırmamış ya da kurallar dahilinde olmayıp Federasyon tarafından reddedilme ihtimali olan bir adım atmamıştır. 

Konunun karşı cephedeki ihmalleri ve bunun değerlendirilmesi onların iç meselesi olduğundan detaylıca bahsetme lüzumu görmüyoruz. Ancak bir ay boyunca kulübüyle sözleşme yapmak için bekleyen, aynı dönemde, aynı pozisyona gelen üç yeni oyuncuyla mukavele yapılmasına rağmen karşılık bulamayan oyuncunun transferini yalnızca 'karaktersizlik' ile açıklamak bir şeylerin üstünü örtme çabasından farksızdır. 

Tüm bunların yanı sıra, ülke sınırları içerisinde herhangi bir kulübe, herhangi bir branşta transfer konusunda etik ve ahlak dersinin Galatasaray tarafından verilmeye çalışılması da (en hafif tabirle) komik kaçmaktadır.

Bu kısımla alakalı olarak yalnızca bilinmesini isteriz ki "milyon dolarlar mertebesinde, yüklü tazminat alınacak" ve "FIBA'nın ilk görüşmelerde izlenimi olumlu, Federasyon onay verirse Fenerbahçe'ye yüklü ceza çıkacak" cümleleri de, benzer kaynaklardan geldiğini düşündüğümüz 'yönlendirilmiş' bilgiyle oluşturulan boş beklentiler olarak kalacaktır.

Bizim için gündem şu anda Milli Takım kampında yaşandığı iddia edilen olaylar ve burada Fenerbahçe adının kullanım şeklidir. 

Biz, o 'net' olduğu iddia edilen doğruları beklemeye devam edeceğiz. Ancak bu haliyle mevcut iddialar, istendiği kadar farklı şekilde gösterilmeye çalışılsın, çok çirkin bir karalama kampanyasından öteye gitmeyecektir.

İşin bizler tarafındaki algısı; bu iddianın belirli bir kişi ya da kişiler tarafından bilinçli olarak, Galatasaray Erkek Basketbol Şubesi'nde İlkan Karaman'ın Fenerbahçe'ye transferiyle doğan gündemi değiştirmeye yönelik ortaya atıldığı şeklindedir. Bu amaçla yönlendirilmiş bir bilgiyi insanlara servis edip ortalığı karıştırmak, bu işe imza atanların vicdanlarının tartması gereken bir konudur. 

Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti ve hatta (yine en hafif tabirle) sevgisizliği bile, olayın mevcut haliyle şeklinin bu olduğunun görülmesine engel değildir. Ancak Fenerbahçe isminin böyle bir amaç için ya da herhangi bir nedenle böyle ağır bir suçlama içerisinde, arkası desteklenmeyen iddialar ile kullanılması hiçbir şekilde kabul edilemez bir olaydır ve bizim için aslolan da budur.

Aslında böyle olayların meydana gelmesi faydalı da olmuyor değil.

Basketbol camiasındaki bazı "temiz yüzlü" çalıştırıcıların içinden geçen lağım ortaya çıkıyor.

Haklarında "Güzel site abi. Çocuklar çalışıyor" denen bazı internet sitelerinin nasıl da "boyunduruk takıp istenen tarlayı süren, sahibinin sesi tasmalı mahlukları" barındırdığını gösteriyor.

Fenerbasket, buradaki 'doğru'yu, doğru cevabı bulana kadar konuyu sorgulamaya devam edecektir. Karşı cepheden beklenti tek ve net, bildiklerini açıklamaları ve bunların doğruluğunun teyit edilmesidir.

Bilgi ve ilgiye...

http://forum.fenerbasket.com/viewtopic.php?f=2&t=2201&p=154410#p154410


" forum.fenerbasket.com dan alınmıştır..."



24 Ağustos 2012 Cuma

FM 2012: Ve Ligler Başlar...


Ve işte nihayet ilk maçımıza çıkıyoruz. Rakibimiz ligin güçlü takımlarından Bursaspor. Maç öncesi gayet rahat olmama rağmen Şükrü Saraçoğlu kısacası Mabed'in çimlerine ayak basmamla kalbimin yerinden çıkması bir oldu. Yıllardır trübünlerden desteklediğim "Babamdan bana miras kalan" Fenerbahçemin başında takımımla birlikte ilk defa bir maça çıkıyordum. Orta sahaya kadar yürüdüm ve şöyle bir trübünblere baktım. Herkes o anda birden adımı haykırmaya başladığında gözyaşlarımıza zor hakim olduk. Beni alkışlayan taraftarımıza aynı şekilde cevap vererek tekrardan soyunma odasına gittim. 
Maça tam da istediğim gibi başladı takımım. Rakibi orta alanda tutmayı başarıp sürekli paslarla rakibi kendi sahasında hapsettik Ardından da goller aka arkaya gelmeye başladı. 35. dakikada Moussa Sow ile 1-0 öne geçtik ve ilk yarı bu skorla tamamlandı. 2. yarıya başlarken takımımda hiçbir değişiklik yapmadım. 2. yarının hemen başında Kaptan Alex'in penaltından bulduğu golle 2-0 öne geçtik ve takım rahatladı. Alex'in penaltıdan bulduğu golün hemen arkasında 2 dakika sonra gene bir Topuz-Sow ortaklığı bir golle 3-0 öne geçtik. Bu dakikadan sonra hücum futbolu yerine oyuncularıma daha kontrollü olmalarını söyledim. Maçın ilerleyen dakikalarında sarı kartlı olan Gökhan Gönül'ün yerine Orhan Şam, Stoch'un yerine Özgür Çek ve forvette ise olağanüstü işler yapan Sow'un yerine Bienvenu'yü oyuna aldım. Dakika 88'de ise Serdar Kesimal'in korner vuruşu sonrası yaşanan karambolde bulduğu gol ile maçı 4-0 kazanmayı başardık. Moussa Sow maçın adamı seçilidi. Moussa Sow ve Serdar Kesimal Fenerbahçe forması altında ilk gollerini kaydederken Reto Zigler, Orhan Şam, Serdar Kesimal ve Özgür Çek ise ilk defa Fenerbahçe forması ile taraftarların karşısına çıktı. Caner Erkin ve Selçuk Şahin'i sakatlıklarından dolayı kadroya dahil etmedim.
Fenerbahçe - Bursaspor:4-0 Golleri tıklayarak görebilirsiniz.
Moussa Sow (35,53)
Alex (pen.51)                
Serdar Kesimal (88)



İlk maçtaki güzel sonucun ardından ikinci maçımızda Ankaragücü deplasmanındayız. Hafta içi yapılan antrenmanlarda rakibin bize karşı kapalı bir defans taktiği uygulayacağını düşünerek yardımcım Chico Fraga'ya Stoch, Mehmet Topuz ve Baroni'ye uzaktan şut çalışması yaptırmasını söyledim. Maça gelecek olursak aslında maça çok iyi başlamamıza rağmen bir türlü golü bulamadık. Stoch'un karşı karşıya kaçırdığı golden sonra kenarda adeta saç baş yolma durumuna gelmiştim. Dakikalar 30'u gösterdiğinde ise Serdar Kesimal ile kornerden gelen orta sonucu golü bulduk ve 1-0 öne geçtik. Fakat aynı şekilde 38. dakikada Ankaragücü'nün kullandığı kornerde Volkan'ın topu elinden kaçırması sonucu durum 1-1'e geldi ve ilk yarı bu skorla kapandı. Soyunma odasında adeta çılgına dönmüştüm. Devamlı atak, rakibi sahasından çıkartmayan bir takım ama gol yok. Üstüne üstlük hatalı bir gol. Orta saha ve forvetin daha dikkatli olması gerektiği konusunda oyuncularıma uyarıda bulundum. Volkan'a ise hiç moralini bozmaması gerektiğini böyle şeyler olabileceğini söyleyedim. 2. yarıda ise gene aynı atak futbola rağmen bir türlü skor üretemedik. Bundan dolayı 59. dakikada Kaptan Alex'i kenara aldım. Bundan dolayı da Mehmet Topuz'u AMR'den AMC ye çektim. Onun yerine de hücuma daha çok katkı vermesi için Dia'yı oyuna soktum. Dakikalar 75'i gösterdiğinde ise hala skor 1-1 idi ve oyun taktiğini biraz değiştirerek çift forvete döndüm. Baroni oyundan çıkar yerine Bienvenue girer. Değişikliğin hemen ardından ise yakaladığımız bir frikik sonucu Emre ile durumu 2-1'e getirmeyi başardık ve maçı da bu skorla tamamladık. 83. dakikada Moussa Sow'un geçirdiği hafif sakatlıktan dolayı yerine Semih Şentürk'ü oyuna aldım. Kendisini riske edemezdim çünkü önümüzde önce evimizde Galatasaray ardından deplasmanda Beşiktaş ile karşılaşacaktık. Bu arada Ankaraya bizi desteklemeye gelen tüm taraftarlarımıza teşekkür ederim.
Ankaragücü - Fenerbahçe:1-2  Golleri tıklayarak görebilirsiniz.
Serdar Kesimal (30)
Serkan Şirin (38)
Emre Belezoğlu (78)





Püzant YÜCECAN

Fenerbahçe Ülker / Bo-Romain-Mike-David


Dün takımımızın yeni koçu Simone Pianigiani ile ilgili bir şeyler karalamıştım. Bugün de yeni transferlerimize bir göz atalım bakalım. Yeni transferlerimizi çok uzun olmasın diye yerli ve yabancı transferler olarak iki ayrı yazıda değerlendireceğiz.


İsmi ilk Fenerbahçe Ülker ile anılmaya başlandığı günden beri her yerde yazdık çizdik yetmedi twitterdan "Gel kavuşalım" misali twittler attık şahsi hesabına ve nihayet o da hocasının izinden giderek Fenerbahçe Ülker'i seçti. Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere bahsettiğimiz isim tabi ki Lester Bo McCalebb. Avrupa basketbolunun belki de bugün en iyi oyun kurucularından biri. Gerek savunmadan gerekse hücumda yani oyunun her iki yönünü de gayet iyi oynayan (orta sahaya transfer lazım) ve bundan zevk aldığı apaçık belli olan bir oyun kurucu. Geçen sene hücumda ne yaptığını bilmeyen, akıl tutulmasına uğramış olan takım bence bu sene Bo'nun gelişi ile hücumda çok daha yönlü bir takım olacak. Bunu dememin en önemli sebeplerinden biri Bo'nun bencil bir guard değil tam aksine takım oyunu oynayan ve takımı oynatan bir guard olmasıdır. Bu bağlamda Bo'nun gelmesi ile özellikle Bojan'nın bu sene takıma hücumda daha fazla katkı vereceğini de düşünüyorum. (Pota altı konusunda Batiste ve dışardan Sato'yu saymıyorum zaten) Bunun nedenine gelecek olursak da Bo rakibin savunmasını kolayca bozabiliyor ve bu sayede dış oyuncular 2 ve 3 numaralar çok rahat şut imkanı buluyorlar.  Hem dışardaki boş adamı görebilen hem de pota altında ikili oyun oynayabilecek bir guard. Top kendine kaldığında ise çembere gidip rakip savunmayı dağıtabilen bir oyuncu. Şutör özelliği cebine olmasının yanı sıra özellikle çembere gittiğinde rakip savunmanın dengesini bozmak buradan sayı çıkarmak en kötü faul almak konusunda biçilmiş kaftan diyebiliriz. 

Kısacası Fenerbahçe Ülker bu transfer ile Euroleague'de bir gömlek daha üst seviyeye çıktı diyebiliriz. Çünkü elit bir takım olmak istiyorsanız bu ancak elit oyuncular ile olabilir. Bo McCalebb de bunların en başında gelen isimlerden biri. 




Bu seneki diğer bir transferimiz aslına bakılırsa resmi olarak açıklanan ilk transferimiz Romain Sato. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Bimbo kasabasından kopmuş gelmiş, Avrupa basketbolunun önemli isimlerinden olmuş bir oyuncu. Aslına bakarsanız fazla birşey yazmaya da pek gerek yok. Sadece kariyerine baksak da yeter:)) 2006/Barcelona, 2006-10 Siena (Pianigiani ile tanışıklıkları bu dönemden gelir), 2010-12 PAO. Sadece uzun Euroleague deneyimi için bile takımda görmek istenilen bir oyuncu:)) 

İşin ciddi kısmına gelecek olursak Romain Sato da tıpkı Bo McCalebb gibi oyunu iki yönlü oynayabilen ama savunması daha ağır basan tam bir takım oyuncusu. İşin savunma yönüne bakacak olursak, sert savunması sayesinde kolay kolay geçilemeyen ve rakibi savunması ile bezdirebilen bir oyuncu. Özellikle geçen sene yerlerde sürünen kısa savunması için ilaç, ilaçtan öte her ne varsa öyle olacak bir isim.

Uzun kolları sayesinde ribaunt almakta sorun yaşamıyor (ki kısa oyuncu için çok artı bir özellik) ayrıca bu fiziksel özelliği sayesinde çok kolay top çalabiliyor. Geçen sezon PAO'da genel ortalamasının biraz da olsa altına düşse de genel olarak ortalama 10,1 sayı ile oynayan hücum yönünde de etkili bir isim. Özellikle Bo ile çok canlar yakacaklar gibi duruyor. 



Bu fotoğrafı daha önceki bir yazımda da kullanmıştım. Aşşağıda kısa bir şekilde değinip geçeceğim konuya ama şuradan hemen söyleyeyim Mike Batiste (35) Oğuz Savaş (25) Anlayana;)

Gelelim uzun transferlerimize. Bunlardan ilki geçen sene tel tel dökülen pota altımıza yapılan ilk  transfer Mike Batiste. Bu sene Siena ve PAO ile çalışmış gibiyiz:)) Evet koca oğlanı uzun senelerden sonra artık Fenerbahçe Ülker forması ile göreceğiz. 
8 Yunan Ligi Şampiyonluğu, 6 Yunan Kupası, 6 kez Yunan Liginde All-Star, 3 Euroleague Şampiyonluğu, 5 kez Yunan Ligi En İyi Beş, 2010 Yılı Yunan Ligi MVP, 2011 Euroleague En İyi Birinci Takımında, 2012 Euroleague En İyi İkinci Takımında. 
Neredeyse her basketbolcunun hayalindeki bir kariyere sahip Mike Batiste. 
Batiste'nin bana göre en önemli özelliklerinden biri iri fizik yapısına rağmen atletik yapısı ve ayaklarının yeterince hızlı olması. Buna bağlı olarak da hücumda özellikle pota altınde hem çok kolay adam eksiltebiliyor hem de kolay sayılar bulabiliyor. Ayrıca bir 5 numaraya göre de orta mesafeden iyi sayılabilecek bir şut yüzdesi var. Açıkcası Batiste'yi hücumda durdurmaya çalışacakların Allah yardımcısı olsun:)))

Ayrıca Batiste Avrupa'da Pick&Roll hücumunu en iyi oynayan uzunların başına geliyor diyebiliriz. Bo ile beraber bu sene herhalde uzun süredir Fenerbahçe taraftarının görmek istediği Pick&Roll  hücumlarını bize izletecekler. Ayrıca yanında şutör bir uzunla yani David Andersen ile rakip savunmaların korkulu rüyası olacaklara benziyor.

İşin savunma kısmına geçecek olursak pota altı savunmamız bu sene emin ellere emanet diyebiliriz. Geçen sezon rakip takım oyuncularının ellerini kollarını sallayarak girdikleri pota altımıza bu sefer hücum ederlerken iki defa düşünmeleri gerekecek. İri ve güçlü fiziği ile de rakip uzunlara kolay sayı şansı vermeyeceğinden eminim. Fenerbahçe Ülker'in son zamanlarda takım olarak en önemli karakteri olan ama geçen sene yitip giden takım savunması direnci Batiste ile geri gelecek gibi.

Ayrıca gerek hırsı gerekse de oyuna konsantrasyonu ile de hem takımını hem de taraftarı ateşleyebilecek yegane oyunculardan biri Mike Batiste. Yaşı konusunda takılanlara ise Steve Nash  (38) diyorum Lakers diyorum hadi siz biraz düşünün;)

Batiste hakkında son bir not: Oğuz ayağına böyle bir şans gelmişken kaçırma derim bu adamdan az çok birşeyler kap. 



Ve gelelim son yabancı transferimize. Pota altımıza diğer bir uzun takviyesi olan Avusturalyalı çocuk David Andersen. Kendilerini uzun senelerden beri takip ederiz ve inanılmaz beğeniriz. Gelmesi için twitterde Cem Ağrak ile büyük çaba verdik ve nihayet getirdik:)) 
Andersen için söyleyebileceğim ilk öncelikli ve oyunundan öte en önemli şey karakter kelimesinin şekil almış hali diyebiliriz kendisi için. 

David Andersen hem 4 hem de 5 numara oynayabilen çok yönlü uzun bir şutör. Özellikle James Gist gibi bir oyuncudan sonra 4 numarada sağlam işler yapacak ve Fenerbahçe taraftarı sağlam ve derin bri nefes alacak bu pozisyonda. Kariyerine bakacak olursak 1999-2003 Kinder Bologna, 2003-04 Siena, 2004-08 CSKA Moscow, 2008-09 Barcelona. 2009 yılından sonra ise şansını NBA'de deneyen Andersen burada 2009-10 Houston Rockets, 2010 Toronto Raptors, 2010-11 New Orelans Hornets'da oynadıktan sonra tekrar Avrupa'nın yolunu tutup Siena'ya döndü. Koç Pianigiani ile 2 sezon boyunca Siena'nın başarısı için ter döktükten sonra bugün her ikisi de Fenerbahçe Ülker'in başarısı için ter dökecekler. 

Daha önce transfer edilen yabancı oyucularımız gibi Andersen'nin de Euroleague deneyimi çok fazla olan bir oyuncu. Kendisinin 3 Euroleague Şampiyonluğu bulunuyor. Koç ile daha önce çalışmış olması da Fenerbahçe Ülker için çok ama çok önemli bir avantaj. Özellikle geçiş döneminde. Andersen'in de yaşına laf eden arkadaşalr gördüm de şunu diyebilirim ki Real Madrid'in istediği bir adamı almak inanın kolay değil. 



Bu transferler cidden çok iyi ve Fenerbahçe Ülker adına önemli transferler. Emeği olanlara teşekkürü bir borç biliriz. Fakat kimse hemen Euroleague'de şampiyonluk havasına girmesin bunun için biraz sabır. Evet bu kadro çok ciddi işlere imza atacak gibi duruyor ama dediğim gibi biraz sabır. Önce Koç Simone sistemi oturtsun takıma sonrası her şey tek tek gelir.


Püzant YÜCECAN

23 Ağustos 2012 Perşembe

Fenerbahçe Ülker - Simone Pianigiani


Fenerbahçe Ülker'de 2010 yılından beri görevde bulunan Neven Spahija ile bu sezon gerek Euroleague gerekse TBL'de alınan kötü sonuçların ardından yollar ayrıldı. Önce Semih Özsoy'un Amerika'da Ettore Meesina ile iki kez görüştüğü haberleri çıktı medyada. Açıkçası tüm Fenerbahçelileri cidden çok heyecanlandıran bir haberdi bu ama maalesef Messina CSKA ile anlaşınca ibre bu sezon sözleşmesi sona eren PAO'nun efsanevi koçu Obradovic ve uzun seneler boyunca Montepaschi Siena'nın başında bulunan Simone Piangiani'ye çevrildi. Bildiğim kadarı ile Obradovic ile para konusunda anlaşılamayınca (ki iyi de oldu) Fenerbahçe Ülker'in başına Simone Piangiani getirildi. 

Peki kimdir bu Simone Pianigiani in midir cin midir:))

Bu konu hakkında en iyi başlığı atan herhalde İlker Üçer namı diğer "Marko" olsa gerek. İlker'inde dediği üzerine "Siena'nın Çocuğu" Simone Pianigiani. Koçluk kariyerine baktığımızda 95 yılından beri Siena'nın içinde Piangiani. 1995/2006 yılları arasında takımın hem asistan koçluk hem de genç takım koçluğunu üstlenen Piangiani 2006 yılında görevi Carlo Recalcati'den devir alarak Siena'nın başına geldi. Altı yıl görevinin başında kalan Piangiani bu süre boyunca İtalya Lig A'ya adeta damgasını vurdu. Altı yıl boyunca hem lig şampiyonluğunu hem de İtalya Süper Kupası'nı Siena ile birlikte kimseye kaptırmadı. 2009 yılından beri de İtalya Kupası'na ambargo koydu. Görevde bulunduğu altı senede Euroleague'de ise Montepaschi Siena'ya iki kez Final Four (2008/2011) oynatma başarısı yaşattı. 

Fenerbahçe Ülker son yıllarda her ne kadar TBL'de şampiyonluklara ambargo koymuş olsa da maalesef her sezon başında konulan "Euroleague'de Başarı Parolası" parola olmaktan öteye gidemedi. En iyi derecesini 2007/2008 Euroleague sezonunda elde eden Fenerbahçe Ülker o dönemde çeyrek finale kadar yükselmiş ama kaderin cilvesine bakın ki çeyrek finalde Pianigiani'li Siena'ya 2-0 elenmekten kurtulamamıştı. 

Pianigiani ise bu amaç doğrultusunda bence en önemli koçlardan biri. Öncelikle sistem koçu diyebiliriz Pianigiani için. Bundan dolayı da taraftarın biraz sabırlı olması gerekir. Koç istediği sistemi takıma oturttuktan sonra inanıyorum ki her sene Final Four için en büyük adaylardan biri olacağız. Ardından ya her sezon F4 yaparız ya da kıyısından döneriz. Şimdilik kupadan söz etmeyelim ki nazar değmesin:)) Dediğim gibi sistem koçu olmasının da en önemli özelliği de oyuncu sakatlıklarının önemini bir nebze yitirmesi. Çünkü elinizde belli bir ölçüde iyi bir kadro varsa sistem içerisinde kim oynarsa oynasın takımın oyun düzenini çok büyük bir şekilde etkilemez. Bunun en büyük örneği de zaten Montepaschi Siena olmuştur benim gözümde. Şöyle bir örnek vermek gerekirse Euroleague'den bizi yani Fenerbahçe Ülker'i ele alalım İtalya Ligi'nden ise Milano'yu. Siena'nı bütçesi bu iki takım kadar asla olmadı ama başarıya gelecek olursak Euroleague'de son altı sezondur Siena bizden, İtalya Lig A'da ise Siena Milano'dan daha başarılı bir takımdır. Bunun da en önemli nedeni Koç Pianigiani'nin Siena'daki sistemi ve istikrarı olmuştur. He ne kadar bütçe dediğimiz şeyin günümüz spor dünyasında en önemli etkenlerden biri olsa da koç bunun tam tersini tüm basketbol sevenlere ve basketbol camiasına kanıtlamış ve Siena'yı Euroleague'nin son birkaç yılının en önemli ve sert takımlarından biri yapmayı başarmıştır.

Kısacası Fenerbahçe Ülker alabileceği en iyi koçlardan birini aldı bana göre bu sezon. Diyeceksiniz ki olumsuz yönleri hiç yok mudur bu koçun?? Bana göre yok açıkçası pek bir objektif davranamayacağım bu konuda çünkü kendisi Avrupa'da en çok sevdiğim, beğendiğim ve inandığım koçların başında gelir. 

Şimdiden koça başarılar dileyelim...Umarım bu sezon ve ileride istediğimiz başarılar tek tek gelir Fenerbahçe Ülker adına.



Püzant YÜCECAN





Fenerbahçe Ülker Yeni Sezon


Uzun zaman olmuştu Fenerbahçe Ülker ile ilgili yazmayalı, tabi herşeyin bir sebebi olduğu gibi bunun da elbette kendi açımdan mantıklı bir sebepleri vardı. 

Sebep 1: Takımın Euroleague TOP 16 son maçında çeyrek finale çıkmamak için elinden geleni yapması adeta beni takımdan soğuttu. 
Sebep 2: Euroleague'den elenmemizin ardından takımdaki ışığın tamamen kaybolması sonucu TBL'de hiçbir şey yapamayacağımızı bilmek.
Sebep 3: Sıcak Havalar:))

Neyse yaz boyunca yapılan güzel ve yerinde transferlerin ardından tekrardan takımımızla ilgili yazıp çizmeye başlayabiliriz.

Teşekkürler...
Neven Spahija (Koç), Mirsad Türkcan (Jübile), Roko Leni Ukic, Marko Tomas, Curtis Jerrels, James Gist, Engin Atsür, Hakan Demirel, Gasper Vidmar, Morris Finley

Başarılar...
Simone Pianigiani (Koç), Bo McCalebb (M.Siena), David Andersen (M.Siena), Romain Sato (PAO), Mike Batiste (PAO), Barış Ermiş (Banvit), İlkan Karaman (Galatasaray), Can Maxim Mutaf (Kira)

Hep Beraber...
Bo McCalebb - Barış Ermiş
Ömer Onan - Emir Preldzic - Can Maxim Mutaf
Romain Sato - Bojan Bogdanovic - Metecan Birsen
David Andersen - İlkan Karaman - Kaya Peker
Mike Batiste - Oğuz Savaş

Simone Pianigiani - Koç
Kemal Dinçer - Genel Koordinatörü
Serdar Apaydın - Takım Menejeri

Takımımız bu hafta içi Fenerbahçe Ülker Sports Arena'daki küçük salonda yeniz sezon hazırlıklarına başladı. Ertuğrul Erdoğan yönetiminde yapılan ilk antrenmana milli takımlarda bulunan Emir Preldzic, İlkan Karaman, Can Maxim Mutaf, Bojan Bogdanovic ve koçumuz Simone Pianigiani katılmazken David Andersen de özel izinli olduğu için antrenmana katılmadı.


Takımımızın Genel Koordinatörü Kemal Dinçer'in geçenlerde FBTV'de katıldığı "Potada Fener" programında genç oyuncularımızdan Berkay Candan'ı Olin Edirne'ye kiralık vereceklerini, Erbil Eroğlu için ise gene kiralık olarak uygun kulüp aradıklarını söyledi.

Yeni sezon hazırlıklarına bu hafta başlayan takımımız 11 günlük Topuk Yaylası kampının ardından 8 Eylül tarihinde İtalya'ya geçecek. İtalya dönüşü ise Mirsad Türkcan'ın jübilesinin ardından Ankara'ya geçecek olan takımımız 20-21-22 Eylül tarihlerinde ise Ankara'da özel bir turnuvaya katılacak. 

Fenerbahçe Ülker 2-3-4 Ekim tarihinde oynanacak Spor Toto Türkiye Kupası grup maçları ile de sezonu açmış olacak.

Fenerbahçe Ülker Kampı Programı:
8 Eylül: İtalya Kampı Başlangıcı
9 Eylül: Fenerbahçe Ülker - Roma
12 Eylül: Fenerbahçe Ülker - Montepaschi Siena
14/15 Eylül (Sardunya Adası): Fenerbahçe Ülker - Montepaschi Siena / Fenerbahçe Ülker - CSKA Moscow
16 Eylül: Fenerbahçe Ülker - CSKA Moscow (Mirsad Türkcan Jübile)
20/21/22 Eylül (Ankara Özel Turnuva): Fenerbahçe Ülker, TED Koleji, Karşıyaka, Buducnost
2 Ekim (Spor Toto Türkiye Kupası): Fenerbahçe Ülker - Erdemir
3 Ekim (Spor Toto Türkiye Kupası): Fenerbahçe Ülker - Olin Edirne
4 Ekim (Spor Toto Türkiye Kupası): Fenerbahçe Ülker - Galatasaray Medical Park
5 Ekim (NBA Europe Live 2012): Fenerbahçe Ülker - Boston Celtics

Hadi bakalım böylesine iyi ve sağlam bir kadro kurduk Allah utandırmasın. Yolumuz açık olsun...


Püzant YÜCECAN


20 Ağustos 2012 Pazartesi

Basketbol Sevgisi:)


Aslına bakarsanız tam Oğuz Hakseverin O An programına layık bir fotoğraf:)) AP fotoğrafçısı Victor R. Caivano'nun objektifinden değişik bir kare. Hani elde basketbol topu olmasa ne dedikodular çıkar kim bilir:)) 2012 Londra Olimpiyatları Rusya - İspanya erkekler basketbol yarı final maçından ilginç bir kare yakalamış Caivano. Rudy Fernandez ve Alexey Shved. Biri takımı adına sayı yapmakya çalışırken diğeri önlemeye çalışıyor ve ortaya bu ilginç kare çıkıyor Caivano'nun objektifinden...


Püzant YÜCECAN

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bu Hafta Neler İzledim#6



Uzun zamandır The Big Bang Theory'nin kaçırdığım eski bölümlerini izlemekten sinema yazılarına kısa bir süre ara vermiştik. Aslında itiraf ediyorum asıl sebep TBBT değil:)) Asıl suçlu bu inanılmaz yaz sıcakları ve bu sıcaklarda yaşadığım uzun süreli konsantrasyon sorunu:))

Neyse bu hafta sevgili vantilatörümün yardımı ve paylaşımcılığı sayesinde tekrardan film izlemeye başlayabildik...Şimdiden iyi seyirler...


"With a little luck, it goes forward, and you win. Or maybe it doesn't, and you lose."

Bu hafta izlediğim ilk film usta yönetmen Woody Allen'ın yazıp yönettiği 2005 yapımı Match Point. Woody Allen gene bize sanki o şehrin veya kasabanın gönüllü turizm elçisi edasıyla filmin hemen başında bir turistik gezi yaptırıyor. Film İngiltere'de geçtiği için ise bu beni, içimde akan bir yarayı tekrar dürtüklüyor. İngiltere'nin o eski sokaklarından modern şehir merkezine, bağından bahçesine kadar güzel bir gezinin ardından benim gene İngiltere'ye gitme aşkım kabarıyor:)) Neyse biz filmimize dönelim. Film, klasik ve sıradan bir aşk üçgenini  romantizm ve gerilim ile harmanlayıp asıl vermek istediği mesajı filmin geneline yayar nitelikte. Başlarda biraz da olsa durağan olan film son yarım saatinde ise adeta izleyeni ekrana kilitliyor. Son yarım saatte günah, suç ve adaleti inanılmaz bir şekilde işlemiş usta yönetmen.

Hayatta şanslı olmak ve karşınıza çıkabilecek bu şansları iyi bir şekilde değerlendirebilmenin ne kadar önemli bir şey olduğunu anlatıyor aslında bize Allen. (Farklı bir yolla olsa da) Filmin başını sonuna bağlayışı ise zaten muazzam. Bazıları için kaybetmek anlamına gelenin başkaları için kazanca dönüşebileceğini bizi adeta ters köşe yapıp anlatıyor Woody Allen. Bu da onun kamerasının ve kaleminin ne kadar sağlam olduğunu kanıtlıyor.
Son olarak Scarlett Johansson:)))



"I believe God made me for a purpose, but he also made me fast. And when I run I feel His pleasure." 

Haftanın ikinci filmi ise uzun zamandır arşivimde izlemek için sakladığım ama uzun süredir ihmal ettiğim bir film. Hazır 2012 Londra Olimpiyatları başlamışken de artık izleyelim dedik.

Chariots of Fire 1981 yapımı 4 dalda Oscar almış, bir lisede başlayıp daha sonrasında 1924 Paris Olimpiyatlarına kadar giden bir hikâyenin öyküsü. Film aslına bakarsanız biraz durağan olmasına rağmen anlatımı ve izlemesi gayet basit. Farklı dinlere ve amaçlara hizmet eden iki İngiliz atletin hikâyesini anlatıyor bize film. Bu iki İngiliz atletin hikâyesinden yola çıkarak da, insanın zaaflarını, ilkelerini, güçlü ve zayıf yanlarını kısacası insanın doğasını en yalın dille ekrana yansıtmış yönetmen.  

Eğer Olimpiyatlara, özellikle atletizme merakınız varsa şiddetle tavsiye edebileceğim bir film. Filmin yarış sahnelerini izledikçe benim aklıma gelen "demek o dönemlerde sadece insanlar yarışıyormuş" cümlesi oldu. Nedenine gelecek olursam filmde de görebileceğiniz gibi o dönemde şimdiki gibi ne sizi uçuran spor ayakkabılar ne terinizi tutan t-shirler var ne de atletler için yapılan özel pistler. Sadece ama sadece yarışan atletler var. O zamandan bu zaman değin ise olimpiyatlarda tek değişmeyen şey ise en çok sporcu ile Amerika'nın katılması olmuş:))

Filmin özellikle açılış ve kapanış sahneleri ise epic diyebileceğimiz herkesin bildiği ünlü besteci Vangelis'in meşhur bestesi ile bezenmiş sahneler.





"There is no peace at the end of this. "

Hazır olimpiyatlara girmişken 2005 yapımı tapınılası yönetmen Spielberg'ün Munich filmini es geçmek olmazdı. İsminden de anlaşılacağı üzere 1972 Munich Olimpiyatları sırasında meydana gelen terörist saldırıyı ve saldırı sonrası İsrail'in intikamını anlatıyor bize.  

Kara Eylül adlı Filistinli terör örgütü 1972 yılındaki Munich Olimpiyatlarında İsrailli sporcuları rehin almıştır. Alman hükümetinin başlattığı rehineleri kurtarma operasyonu ise tam bir faciaya dönüşür ve 11 İsrailli sporcu hayatını kaybeder. Fakat teröristlerden hepsi ölmemiş ve İsrail intikam istemektedir. 

Öncelikle şunu söyleyeyim film hakkında pek de objektif olabileceğimi söyleyemem. Nedenine gelirsek tabi ki Spielberg Spielberg. Benim için en kötü filmi bile iyidir, güzeldir.

Film tabi ki bir Schindler's List gibi başyapıt olmasa da filmin kurgusu öylesine muazzam bir şekilde işlenmiş ki uzun sayılabilecek üç saatlik bir süresi olmasına rağmen başından sonuna kadar ekrana kilitliyor sizi. Hem de hiç sıkılmadan. İki kere sigara arası verdim ama doğruyu söylemek gerekirse:))

Film başlarda izleyenlere taraflı çekilmiş bir film olarak gelse de sonuna doğru aslında ne kadar tarafsız olduğunu gayet net bir biçimde ortaya koyuyor. Terörün terörle bitmeyeceğini tam aksine bunun yeni teröristler doğuracağını anlatmaya çalışmış aslında Spielberg ve bunda da gayet başarılı olmuş diyebiliriz.

Filmin oyuncu kadrosuna gelecek olursak muazzam bir kadro olmasına rağmen bir o kadar da ilginç bir kadro. İlginç dememin sebebi ise şundan dolayı;  İsrail - Filistin sorununu işleyen bir film ama oyunculara bakacak olursak başrollerde Avustralyalı Eric Bana, İngiliz Daniel Creg, Fransız Mathieu Kassovitz ve İrlandalı Ciaran Hinds:)) Avner rolündeki Eric Bana ise muazzam bir oyunculuk sergilemiş. Adama o kadar iyi oynamış ki karakteri her ne kadar terörist öldüren bir Mossad ajanı olsa da sevdiriyor bize. Ayrıca filmde yer yer çok da uzun sahneleri olmasa da Ephraim rolünde Geoffrey Rush'ı hayranlıkla izledim diyebilirim. 

Filmin müzikleri ise utsa isim John Wiiilams'a ait fazla söze gerek yok sanırım. Özellikle filmin başındaki müzik insanı içten bir şekilde etkileyen cinsten.





"You've done a fine job, Son. We'll take it from here. That's when you know you're screwed."

Hep eski filmleri izleyecek değiliz ya:)) son filmimiz 2012 yılı yapımı Safe House. Yönetmen olarak Steven Spielber'e ne kadar hayran isem işin oyunculuk kısmında ise benim için en başta gelen isimlerden biri Denzel Washington dır. Adamın sevmediği, izlerken sıkıldığımı hatırladığım film yok diyebilirim. 

Başta CIA olmak üzere istihbarat birimlerini yozlaşmasını anlatan klasik bir aksiyon-macera filmi. Aslına bakarsanız filmin senaryosu çok da değişik olmamasına rağmen ki filmin ortalarında kendini tamamen belli ediyor ve sonunda bir sürpriz ile de karşılaşmıyorsunuz gerek aksiyon sahneleri olsun gerekse Denzel Washington'ın usta oyunculuğu sayesinde kendini sıkılmadan izletebilen bir film. Ha Denzel Washington'ın en iyi filmlerinden biri diyebilir miyiz?? Kesinlikle hayır. Hatta daha da ileri gidip Ryan Reynolds'ın yanında Denzel Washington değil de başka biri olsaydı film bu kadar izlenebilir olur muydu da diyebiliriz. Açıkçası şiddetle izleyin diyebileceğim bir film değil ama eğer Denzel Washington hayranı iseniz zaten mutlaka izlersiniz. 





 Püzant YÜCECAN




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...